Barış Sarısoy

Neredeyse mesleğe başladığım ilk yıllardan beri “Elbet öğrenilecek yeni bir şey vardır.” düşüncesiyle eğitim alanında yapılan konferans, seminer ve eğitimlere katılmaya çalışıyorum. Buralarda da genel olarak aynı yüzlerle karşılaşıyorum. 

  • Aaa “……” hocam n’aber?
  • İyidir hocam, senden n’aber?
  • Ben de aynı, koşturuyoruz işte.
  • En son geçen ayki “…....” konferansında görüşmüştük değil mi?
  • İki ay önceki “……....” eğitimi olmasın o…

Hemen hemen her eğitimde benzer diyaloglar yaşanıyor diyebilirim. Dinamiği öğrenme olan bir avuç insanız ve kendi kendimize eğitim ve seminer düzenliyoruz sanki. Elbette ki farklı dinamikler de vardır ama en geneli durdurulamayan öğrenme ihtiyacımız olsa gerek. Diğer taraftan, uzun zamandır YÖM çatısı altında eğitimciler için mesleki gelişim atölyeleri düzenliyoruz. Bu eğitimlere katılan öğretmen arkadaşlara: “Neden bu eğitim?” diye sorduğumuzda karşılaştığımız en genel yanıt: “Yeni şeyler öğrenmek” oluyor.

Peki neden yeni şeyler öğrenmeye ihtiyaç duyuyoruz? Bu ihtiyacı “bağımlılık” olarak nitelendirmek mümkün mü? Bu soruların yanıtını Northwestern Üniversitesi’nde sinir bilimci olan Martha Burns’un şu ifadelerinde buldum:

“Yeni bir şey öğrenmek beyinde uyuşturucu etkisi ve kumarla aynı ödül alanlarını harekete geçirir. Bu durum beyindeki “dopamin” denilen bir kimyasalın yarattığı etkidir. Bağımlılıkların çoğu dopamin ihtiyacından kaynaklanır. Bu zihinsel keyif halinin bağımlıya daha az zararlı yolu ise öğrenmenin gücüdür. Çünkü insanlar yeni ve heyecanlı bir şey öğrendiklerine beyinleri benzer bir şekilde “dopamin” salgılar.”

Bu yeni bilgiyle karşılaştığımda gerçekten bende bir keyif hali oluşmaya başladı ve devamında da bu bilgiyi bir önce paylaşma ihtiyacı. Diğer taraftan kendim de dahil çok kitap okuyan insanlar açısından düşünmeye başladım durumu. “Neden bu kadar çok kitap, derdin ne?” diye biri bana sorduğunda tek yanıtımın yeni dünyalar keşfetmek, yeni şeyler öğrenmek olduğunu fark ettim. Aslında ben bir bağımlıymışım ve sadece bu isteğim beyimdeki bir kimyasalla ilgiliymiş meğer...

Peki asıl sorumuza gelelim: “Biz çocuklarda bu yararlı bağımlılık türünden nasıl oluşturabiliriz?”

Eğer bizler, öğrenmeyi geleneksel sınıflarımızda olduğu gibi sıkıcı olmaktan çıkartır ve eğlenceli, çocuklara keyif veren, yenilikçi bir hale dönüştürürsek sınıfta öğrenmenin yarattığı dopamin seviyesini artırabiliriz.

Ayrıca Martha Burns, dopamini “beyindeki kaydet tuşu” şeklinde bir metaforla tanımlamış. Nedenini ise; dopamin eşliğinde, yani keyifli bir öğrenme ortamında gerçekleşen öğrenmenin üst düzeyde kalıcı olduğu şeklinde açıklamış. Bundan dolayı, sanırım bazı algılarımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. “Eğer bir sınıf hareketli ve heyecan doluysa, çocukların kahkaha sesleri duyuluyorsa, o sınıf disiplinsiz bir sınıf değil nörolojik olarak en üst düzeyde kalıcı öğrenmenin yaşandığı sınıftır.” diyebiliriz. Yani sınıflarda yaşanan öğrenmeyi daha heyecan verici kılmaya ihtiyacımız var.

Walt Disney: “İnsanları eğitip eğlendiklerini ümit edeceğime, onları eğlendirip bir şeyler öğrendiklerini ümit ederim.” der. Walt Disney’in de savunduğu gibi, algımızı çocukları eğitiyor olmaktan çıkarıp sınıflarda eğleniyor olabilmeye yöneltmemiz lazım.

Sonuç olarak, sınıfın kapısı açıldığında sorgulayacağımız asıl soru şu olmalı: “Bugün sınıfımdaki dopamin seviyesini nasıl artırabilirim?” 

Dopamini bol, öğrencilerin öğrenmeden keyif aldığı ve onlarda öğrenme bağımlılığı oluşturmaya zemin hazırlayacak nice güzel sınıf ortamlarına...

Barış Sarısoy

YÖM Akademik Koordinatörü
Twitter.com / @barissrsy