Barış Sarısoy

Dört-beş yaşlarındaki bir grup çocukla yapılan bir araştırma:

Araştırmacılar çocukları “öğretme grubu” ve “kontrol grubu” olmak üzere iki gruba ayırıyorlar. Daha sonra çocukların farklı hareketlerle dört farklı etki yaratabilen bir oyuncağı keşfetmelerine izin veriyorlar. Bu dört etki:

  • Bir tüpün içinden başka bir tüp çıkarıldığında ötmesi,
  • Bir tüpün ucunun içinde gizli küçük bir düğmeye basıldığında ışığın yanması,
  • Küçük sarı bir bloğun bazı kısımlarına basıldığında müzik notaları çalması,
  • Tüplerden birinin içine bakıldığında yüzün ters görüntüsü görülmesi.

İlk olarak öğretme koşulunda, çocuklara birinci etkinin nasıl yaratıldığı kasten gösteriliyor ve açıklanıyor. Kontrol koşulunda ise oyuncak çocuğa verilmeden önce hiçbir şey yapılmıyor. Bu uygulamalardan bir süre sonra çocuklar oyuncaklarla yalnız bırakılıyor.

Yapılan uygulama sonunda çocukların oyuncağın farklı etkilerini keşfetme durumları ve süreleri incelendiğinde, birbirinden farklı sonuçlar olduğu ortaya koyuluyor. Kontrol koşulundaki çocuklar öğretme koşulundaki çocuklara kıyasla oyuncağı keşfetmek için açık ara daha çok zaman harcıyor ve daha çok etkinin nasıl yaratıldığını keşfediyorlar (Gray, 2015).

Araştırma sonuçlarından anlaşıldığı üzere, öğretme koşulundaki çocuklar oyuncağın yapabildiği tek şeyin ötme olduğu sonucuna varma eğilimindeydiler. Çünkü araştırmacı onlara sadece bunu göstermişti. Diğer koşulda ise çocukların, araştırmacının oyuncak hakkında bilinmesi gereken her şeyi gösterdiğine dair bir yargı geliştirmeleri için hiçbir neden yoktu. Bundan dolayı bütün olasılıkları keşfetmek için araştırdılar.

Araştırmacılar böylelikle “öğretiyor olmanın” keşfetmeyi engelleyebileceğini gösterdi.

Bu araştırmayla ilk karşılaştığımda, küçükken (8-9 yaşlarımda) yaşadığım bir durumu hatırladım. Kırsal alanlarda olan patikaları bilirsiniz, her yolu birbirine bağlayan labirentler gibidirler. O kadar çok birbirine benzerler ve o kadar çok yol ayrımları vardır ki bazen dönüp dolaşıp aynı yere ulaştığınız çok olur. Ben de böyle bir patika yolu kullanarak arkadaşlarımla belirlediğimiz top oynama alanına ulaşmak istemiştim. Yeterince geç kalmıştım ve bir an öne maç başlamadan orada olmayı hedefliyordum. Daha önce bu alana hiç gitmemiştim. Düştüm patika yola, bir şekilde bulurum yolu elbette. Fakat ne mümkün! Her yerde birbirine benzer farklı bir yol ayrımı. Ne yapacağım diye kendi kendime düşünüp dururken karşıma mahalleden bir büyüğümüz çıktı. Sordum tabi doğal olarak. “Nereden gitsem düzlüğe daha kısa zamanda ulaşırım?” Sağ olsun, o da aynı yere gidiyormuş. Yarım saatlik bir yol az buz da değil. Amcanın dediğine göre oraya daha kısa sürede ulaşmanın başka hiçbir yolu yokmuş... Daha sonra ben hep bu yolu kullandım. Ta ki bir yetişkin olduğumda, aslında beni o alana on dakikada ulaştırabilecek başka bir yol daha olduğunu başka bir büyüğümüzden öğrenene kadar.

Şimdi düşünüyorum da, ya o canım amcacım bana kendince en kısa yolunu öğretmeseydi? Ya yolların en doğrusu bu yol diye zihnime kazınmasaydı? Muhtemelen o zaman çok daha fazla zaman harcamıştım. Fakat seneler sonra öğrendiğim o yolu bulmuştum. Benden çaldığı 20 dk’lık zaman dilimlerini düşündüğümde baya bir borçlu çıkar sanırım. Neyse ki niyeti iyiydi. :)

Araştırmada çıkan sonuçla benim yaşadığım sonuç çok benzer. Hatta sizin ve çevrenizde gördüğünüz çoğu yetişkinin çocukken yaşadıklarına çok benzer. Bizim şu anda çocuklara yaşattıklarımıza çok benzer...

Şimdi düşünüyorum öğretmek keşfetmenin önünde engel mi diye? Evet, engel bence ve bu engelin en büyük ustabaşları ise biz yetişkinleriz. Çünkü bize “öğretilen” o kadar yığınla doğrular var ki, biz de onları çocuklara anlatmak konusunda tatmin edilmez bir dürtü içerisindeyiz. Doğrularını kendilerinin yaratmalarına izin veremiyoruz bir türlü. Yanlış yoldan gittikleri, yanlış şeyler yaptıklarını görünce doğruyu bir an önce anlatma arzumuzu zor kontrol altına alıyoruz. Genel geçer doğruların önünde o kadar çok eğilmişiz ki, yanlış olabileceğine veya başka bir doğru olabileceğine inanamıyoruz çoğu zaman. Her problemin çözüm yolu net belli kafamızda, her soruya bize ezberlettirilen bir cevap var nasıl olsa… Ezberletme sırası bizdeyken kendi doğrusunu kendi keşfetmesine ortam hazırlamaktan başka bir görevi yetersiz buluyoruz maalesef kedimiz için.

Yuval Noah Harari, ses getiren kitabı Sapiens’te, türümüzün en temel özelliklerinden birinin de keşfetme içgüdüsü olduğundan bahseder. Bu içgüdü insanın şu anda bulunduğu şartlara erişmesini sağlamıştır. Bütün gelişim ve üretimlerin temelinde aslında bu içgüdü vardır.

Okulların ve ailelerin, çocukların dünya gelirken yanlarında getirdikleri keşfetme içgüdülerini, sırf doğru cevabı biliyoruz diye törpülememeleri gerektiğini düşünüyorum. Bizlerin bildiğinden ve inandığından çok daha fazla doğruya ulaşabilmeleri için onların yaşamla olan etkileşimlerinin arasından olabildiğince çekilmemize ihtiyaçları var. Onları olabildiğince az geçmiş öğrenmelerimize, ezberlerimize maruz bırakmaya çalışalım. Bırakalım onlara doğdukları andan itibaren yanlarında taşıdıkları keşfetme içgüdüsüyle kendi öğrenmelerini kendilerini yaratsınlar. Kısacası çocukların keşfetme içgüdüsünü durdurulamaz “öğretme” içgüdümüzle öldürmeyelim…

Kaynakça:

  • Gray, P. (2015). Free to learn: Why unleashing the instinct to play will make our children happier, more self-reliant, and better students for life. Basic Books.
  • Harrari, Y. N. (2016). Homo Sapines. (32.baskı) Kollekif Kitapevi: İstanbul

 

Barış Sarısoy

YÖM Akademik Koordinatörü

Twitter.com / @barissrsy