Cemil Kiraz

 Felsefe, en geniş tanımlamayla; insanın, dış dünyayı, kendisini, evreni ve metafizik alanı anlama ve anlamlandırma uğraşıdır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, felsefe oldukça geniş bir alanı içine alan bir düşünme edimidir ve bu anlamda felsefe her toplumun düşüne biçimini, ilişki tarzını, bireyin madde ile olan ilişkisini, kısaca yaşamla olan ilişkisini belirler. 

Polonyalı düşünür Joseph M. Bochenski, ‘felsefe yalnızca uzman kişiyi ilgilendiren bir uğraş değildir; çünkü öyle ilgi çekici görünür ki, felsefe yapmayan hiçbir insan yoktur. Ya da en azından, her insanın yaşamında filozoflaştığı bir an vardır. Bu her şeyden önce doğa bilimcilerimiz, tarihçilerimiz ve sanatçılarımız için doğrudur. Bunların hepsi er geç felsefeyle uğraşmaya başlar’ diyor.

Hemen her insan, (özellikle günümüzde) farklı düzlemlerde birçok bilgi etkinliği ile yakından ilgilenmek zorundadır. Günlük yaşamın bir parçası olan bu etkinliklerle insan, aslında, kendini ve dış dünyayı anlamaya çalışmaktadır.

İnsan, kendi kökenini anlamak için antropolojiyi, geçmişte yapıp ettiklerini anlamak için de tarihi, kısıtlı imkânlarla yaşamını sürdürmek için iktisadı, canlıları anlamak için biyoloji ve fizyoloji bilimini, yönetimle ilgili siyaseti – politikayı, günlük yaşamı kolaylaştırmak için de tekniği, yaşamını anlamlı kılmak için sanatı yaratmış ve daha pek çok bilme ve bilgi etkinliğini kurmuş. Bu çabaları da bitmiş değildir.


Felsefenin Öznesi Olarak İnsan ve Eğitimi

İnsanın felsefe öznesi olması, felsefe tarihi kadar eskiye dayanır. İnsan felsefesi, insanı, onun ‘olmazsa olmaz’ ayırt edici özelliklerini, onu (insanı) bilen, eylemde bulunan, değerleri yaratan ve bunları hayata geçiren, önceden gören (öngörü sahibi), belirleyen, eylemlerinde özgür olan, üç boyutlu bir zaman içinde yaşayıp, yapıp etmelerini ve yapacaklarını ideleştiren, seven, özleyen, çalışan ve sanatı yaratan, inanan ve umut eden (ve umut veren) bir varlık olarak görüyor ve temellendiriyor. Bunu yaparken de olmazsa olmaz ayırt edici özelliklerin ortaya çıktığı fenomenlerden hareket ediyor. İnsanın bütün hayatı boyunca gelişmesinin, bir form kazanmasının anlamı, onun durağın bir varlık değil, dinamik ve sürekli gelişen ve değişen bir varlık olmasıdır. İnsanın bu dinamizmi, sürekli ve yeniden bir form kazanması yaşamının sonuna kadar devam eden bir süreçtir. İnsanın form kazanması ise ancak eğitimle olanaklıdır. İnsanın beraberinde getirdiği (doğuştan sahip olduğu) olanaklarını gerçekleştirmesi, eğitimle kendisini açığa vurması, göstermesi tek başına bir insanın başarabileceği bir etkinlik değildir. Buradan hareketle, eğitimin kurumsal bir yapı ile bireye verilmesi / aktarılması zorunluluğu / kaçınılmazlığı ortaya çıkmaktadır.

İnsan, olanakları ile doğar. Önceki kuşaklar tarafından ortaya konulan tecrübelerden yararlanır ve onların sahip olduğu bilgi birikimleri ve becerilerle yetiştirilir. Bu, kişi ile yaşadığı toplumdaki düzey ve değerlerle bağlantılı olarak en aşağı seviyede kalabileceği (sadece, ontolojik anlamda bir varlık) gibi en üst seviyeye de yükselebilir (epistemolojik anlamda bir yükselme). Bu da insanın kendisini hazır bulduğu toplumun insan’a bakış açısı ile ilgilidir.

Tercihler

Eğitim, bir süreci dile getirir. Bu süreç önceden bilerek ya da bilmeyerek iki ya da daha çok sayıda insanı birbirine bağlar, onları birbirleriyle ilişkiye / iletişime geçirir ve karşılıklı düşünce alış veriş durumuna getirir. Bu anlamdaki eğitim, okulun çerçevesini aşar, her yaşta ve yaşamın her durumunda gözlenen bir süreç olup çıkar. Eğitim bu noktada özelde bireyi genelde ise toplumu, değiştirmeyi – dönüştürmeyi amaç edinir. İnsan felsefesini göz önünde bulundurmayan, bu doğrultuda bir bakış açısı oluşturmayan, insanın tüm yönlerini (ne sadece epistemolojik ne de sadece ontolojik yönünü) göz önünde bulundurmayan bir eğitim anlayışı insana / topluma eksik bir eğitim sunmuş olur. Bu açıdan bakıldığında, insanın üreten / anlayan ve yaratan bir varlık olarak düşünülmesi ve algılanması gerekir. 

Eğitim ve eğitimle ilgili sorunlar, pedagojik yaklaşımları ve çözümleri de kapsamakta, ama çok daha geniş bir alana yayılarak bütün bir yaşamı, içinde bulunduğumuz sosyal oluşumları da içine almaktadır. Bu anlamda eğitim, yaşamının daha ilk yıllarından başlayarak (hatta anne karnından başlayarak) ölüme kadar geçen süre içinde, insanın yaşam ve toplum içindeki yerini sorgulayan, anlamını değerlendiren, geçmiş – şimdi ve gelecek arasında beraberliği eleştirel bir bilinçle (sorgulayarak) yeniden kuran, kısaca insanın tüm etkinliklerini ve başarılarının bütününü, bireye kazandırmayı yegâne amaç edinen bir uğraş olması gerekir. Eğitime, eğitim felsefesi açısından bakıldığında, eğitimin öznesi de nesnesi insan olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, eğitim için ‘insan idesi’nin nasıl algılandığı, nasıl değerlendirildiği ve en önemlisi de nasıl bir insan arzulandığı çok önemlidir. Bu noktada işin 

içine siyaset girmekte ve karar alıcıların tercihleri, dünya görüşleri, yaşamı algılama biçimleri, madde ile olan ilişkileri, toplumun eğitim politikalarını belirlemekte. 

İnsana, bir sorun olarak bakılması veya onun potansiyel sorun (tehlike) olarak algılanması durumunda, geliştirilecek olan eğitim politikaları da bu sorunu - tehlikeyi ortadan kaldıracak adımlar atılması yönünde olacaktır. Bu durumda, karar alıcılar, insanın potansiyelinin gerçekleştirmesi amaçlı eğitim politikalarını değil de, ilgili siyasi otoritenin kaygılarını en aza indirecek veya bu kaygılarını tamamen ortadan kaldıracak eğitim politikaları geliştireceklerdir. Bu anlayış, siyasi düzene muhalif olmayan, eleştirmeyen (bu bağlamda, eleştirel düşünce geliştirmeyen, sorgulamayan, yaratıcı fikirler üretemeyen, üretmeyen), alternatif üretmeyen, üretemeyen ve böyle bir arayış içine de girmeyen bireyler yetiştirmeyi hedeflenmektedir. Bu aslında bir tercihi ifade etmektedir. İnsana bir sorun olarak değil de, özgül ayrımlarını (düşünen, düşündüğünü de düşünen, yaratan, uman, inanan, geçmişini anlayan ve ondan gelecek için sonuçlar çıkaran, seven, âşık olan vb.) gerçekleştirmek isteyen bir varolan olarak bakılması ve eğitim anlayışını da buna göre düzenlenmesi durumunda, insanın yaratıcılığının da artacağı, eğitimin gerçek işlevinin yerine getirileceği açıktır. Ancak, günümüzde bu durum pek çok siyasi düzen için tehlike olarak algılanır ve kabul görmemekte. Toplumun da dönüşeceği / dönüştürüleceği endişesi ile bu tür eğitim (pek çok ülkede) ancak bir ütopya olarak değerlendirilmekte ve gerçekleştirilmesi için bir çaba sarf edilmemektedir. Oysa insan bir güçtür, içinde barındırdığı bu gücün ne yönde ortaya çıkacağı ve nasıl değerlendirileceği ancak eğitimle anlaşılabilir.


Eğitim’e İnsan Felsefesi Bağlamında Bakmak

Cemil KİRAZ 

(Eğitim Yöneticisi, Felsefe Öğretmeni)