Alper Demir

“Başaracağım!” diyerek çıkarız elbette birçok yola. Ancak başarı yolculuğunda valizinize yalnızlığı da almamız gerektiğini bilemeyiz deneyimlerimizden. Başardıkça yalnızlaşmanın yükünü taşıyacağımızı da… Çalıştığımız alanda hayallerimiz sadece "Ben" ile doluysa, gittiğiniz yerde yine yalnızlık var demektir bence. O yükü hafifleten ise “Başarabilirim.” diyerek değil, “Başarabiliriz!” diye çıkmakmış yola. Tek başına olmuyormuş hiçbir şey yani, hele ki ‘’Ben’’ demekle asla…

Bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizde sahip olduğumuz kazanımlarımız, deneyimlediklerimizle son bulacak yaşamımız ve bizimle ayrılacak hepsi bu dünyadan. Ne güzel ülkeme ne de güzel geleceğine sadece ‘’Ben’’ ile bırakamayız izlerimizi.

‘’Ben’’ en çok yükseklerde zararlıdır. Yükseklerde oksijen azdır. Nefes almakta zorluk çekeriz. Ama yükseldikçe alçağa inenler nefes aldırdıklarını ve aldıklarını hissederler. Burada bahsedilen şey insanların egolarıyla alakalı. Özellikle kişisel egoyla ilgili öğrendim şey şu; beyin ilk gelen mesajı kendi çıkarları doğrultusunda eksilterek veriyor cevaplarını. Yani biz insanoğlu, o anki ihtiyacımız ve niyetimiz neyse mesajı da ona göre eksiltiyor ya da tamamlıyoruz. Bu da iyi ya da kötü olarak yorumladığımız birçok şeyi düşüncelerimizin yaptığının kanıtı olsa gerek.

Farklı sektörlerde çalışan arkadaşlarımızın hikayelerini dinleriz bazen. Bu hikayelerde hangi davranışın ne hissettirdiğini öğrenmek adına arkadaşlarımızın deneyimleri bizlere çok şey katar. Takım içinde ya da kurumun yöneticisi olmaları hiç fark etmez. Zihinlerinde olup biten her şeyin aslında bedenlerine yansıdığını fark edemeyen yöneticiler statü ve saygıyı eşdeğer görmek gibi bir hata yapıyorlardır mesela. Saygı, bizim karşımızdaki kişiye  gösterdiğimiz kadardır ve kurduğumuz gönül bağları kuvvetlendirir onu. Takım arkadaşımızın bir derdiyle dertlendiğimizde, onu dinlediğimizi ve önemsediğimizi hissettirdiğimizde sağlamlaşır. Yanımıza geldiklerinde göz teması dahi kurmayan beden dilimizle değil. Dinlediğim bazı hikayelerde özellikle otorite algısını farklı yollarla yaratma çabaları bana çok eskilerden kalma geldi. Mesela harika ofis odaları takımı, çok havalı ve marka takım elbiseleri, kolunda şaşaalı saatler, masa üstlerinde ve kapılarında koskocaman harflerle gözünüze soka soka yazılan unvanlarıyla her şeyi çok bilir ve kimsenin fikrine ihtiyaç duymazlar. “Yapmazsan işinden olursun!” laflarını edenler, üst mertebeden tanıdıklarının olmasıyla otoriteyi eşdeğer görmenin yanılgısını yaşayanlar, eleştirilmeyi iş akdinin feshine kadar götürürenler  söz hakkı verdikçe “Önüme geçer mi acaba?” düşüncesine sahip olanlar bulundukları ortamı yönetemez ve oksijensiz bırakırlar insanı. Üzüntülerimizi rahatlıkla paylaşabildiğimiz bir takım arkadaşımızla, başarımızı veya mutluluğumuzu paylaşamıyorsak eğer yine oksijensiz bırakırız çevremizi. Birbirimizin başarısıyla mutlu olabilmek, kimin övgü aldığının önemsenmediği bir iklim yaratmaktır önemli olan.

Yaşamımızın en güzel yıllarını sürekli birilerinin beğenilerini kazanmak adına harcamak da zordur... Takdir etmeyenler her zaman var olacaklar. Zihin tümörü olarak adlandırdığım ‘’Yersiz varsayımlar’’ da "Ben"i "Biz"e götüren yolun en büyük engellerinden şüphesiz. “O öyledir, bu böyle. Kesin şundan dolayı böyle yapmıştır. Şunu söylerken aslında beni kastetmiştir kesin. Kimden torpilli kim bilir?” şeklinde düşünceler zihnideki o tümörün yansımasıdır. Biri bir şey dediğinde ve beynim bu mesajı egolarım doğrultusunda eksilttiğinde, daha önce değindiğim gibi odaklanamadığınızı görürsünüz söylenenlere, verilmek istenen mesaja. Bunu öğrenmeye başladığınızda birlikte çalıştığınız insanlarla daha çok zaman geçirmenin tadına varıyor ve birbirimize destek olmanın ve iyiliğin eşsiz büyüsüne kapılıyoruz.

Önde yürüyünce değil, aynı çatı altında aynı amaç uğrunda arkadaşlarıyla birlikte yürümeye başlayınca anlıyor insan alçak gönüllüğün, anlayışın, hoşgörünün, empatinin, sabrın, tahammülün ‘’Biz’’ e hiçbir zararının olmadığını. Sadece kendini değil asıl birbirini büyütünce büyüme oluyormuş bu hayatta. Birilerinin kendisini sevmesine ya da kurum içinde büyümesine vesile olunca da ‘’Biz’’e çıkıyormuş tüm yollar. Donanım sonradan kazanılabilir bir özellik. Takım olabilme kabiliyeti adına gönül bağı kurabildiğimizde, dertleriyle dertlenince, başarısını paylaşınca, biz olabilmeyi hissedebiliyoruz. Popülerlik gelip geçici, bencilce bir kavram. ‘’Ben olmazsam bu kurum biter’’ dönemi bitti, özellikle kurumsal davranabilen her yerde. Nerede nasıl çalışırsak çalışalım biz diyemediğimiz yerde ömrü uzun olmaz çalışan hiç kimsenin. Saygınlık, ortaya koyduğunuz emeklerle, birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızla kurduğumuz gönül bağlarıyla, oluyormuş. Kılık kıyafetle, makamla, mevkiyle olmayan bir şeymiş. Çoklu akılla alınıyor artık tüm yollar. Senin göremediğini yanındaki görür, duyamadığını karşındaki duyar, bakamadığın yerden yanındaki arkadaşın bakar. Takımın başında olmakla yanında olmak, başka şeylerdir. Başında olmak teklik içerir. Yanında olmaksa eşsiz bir benlik yani “biz” bilinci.  Ben olmak demek, yeni iş yaşamında evrak yönetmektir sadece, tabi bence. Biz olmaksa insanla alakalı olmak, yani insancadır. İnsanı ve onlarla aranıza duygusal bağlarınızı katmadıkça “Biz” olamazsınız.

Mutluluk seviyesi yüksek olan insanlar çevrelerini de mutlu ederler ve mutluluk zihninizle alakalıdır, çevrenizde olup bitenlerle değil. Yediğiniz iki lokma ekmeğin tadını alabilmek ve paylaşabilmektir önemli olan. Kimseninkinde gözümüz olmasına gerek yok. Her bir takım arkadaşımızın anılarında kalabilmektir en büyük zenginlik. Anılarıyla terk eder insan dünyayı. Biz olmakla geliyor insana bu güzel anılar, ben olunca ise terk ediyor sizi. Benden bize giden yolu, kalbinizdeki merhamet ve iyiliğin yardımlarıyla çizersiniz. Yaşamda birçok yerde olduğu gibi. Öldüğünde sırtınızda taşımak için yarışacağınız takım arkadaşlarınızın yaşarken ellerinden tutmaktır asıl mesele.

Alper DEMİR
TED KDZ EREĞLİ KOLEJİ VAKFI ÖZEL OKULLARI