Cemil Kiraz

Homo sum; humani nihil a me alienum puto’ (*)

                                          P. Terentius Afer (M.Ö. 184-159)


Amansız Arayışımız

İnsan için yaşam, hiçbir zaman yekpare-tekdüze olmamıştır. İnsan, gerek kendi yaşamını ve gerekse de yaşamın ta kendisini sorgulamaktan hiçbir zaman çekinmemiş, arayışını hiçbir zaman sonlandırmamıştır. Yaşamın başlangıcından, ana maddeye, ahlakın temel ilkesinden, en mükemmel siyasal düzene, eğitimin asli amaçlarından, inancımızın temeline, var oluşumuzun değerinden, ölüm ve ölüm sonrasına ve mutluluğa kadar daha pek soru ve sorun öbeklerine, başta felsefe olmak üzere, pek çok disiplinle cevap aramış ve aramaya da devam etmekteyiz. Yapıp-ettiğimiz her şeyde bir derinlik arar, ürettiklerimize da anlam yükleriz. Bazen yapıp-ettiklerimizi (sanatsal yaratımlarımızı), söylediklerimizi-söylemlerimizi, ilişkilerimizi (yakınlıklarımızı) beğenmez, yeniden baştan yaratıma gireriz.

 

Temel sorun-sorgulama alanlarımızdandır; ‘eylemlerimizin kaynağı aklımız mı yoksa vicdanımız mı?’ sorunsalı.  Nihayetinde biliyoruz ki sadece fizyolojiden ibaret değiliz; doğruyu yanlıştan (akıl, sağduyu), güzeli çirkinden (sanat, estetik), ahlaklılığı ahlaksızlıktan (etik, değer) ve daha pek çok durumun ayırtına varırız (ya da bir erek olarak aklımızdan hiç çıkarmayız). Nitekim XVII. yüzyılın etkin düşünürlerinden R. Descartes (1994) da ‘işlerimi açık bir görüşle yapmak ve bu hayatta güvenle yürümek için doğruyu yanlıştan ayırmayı son derece arzu ediyordum her zaman.’ der. Tüm bunları düşündüğümüzde ideal olana ulaşma çabamız, hiç son bulmayacak gibi gelir insana. Bitmek tükenmek bilmeyen ‘merak-bilme arzumuz’, ‘hayatta kalıcı olmaya ilişkin derin isteğimiz’ (hatta ebedi kalma arzumuz), ‘tatmin olmayan arzularımızın sürüklediği yıkıcı (hatta çoğu zaman yakıcı) güç arayışımız’, yaşamın derin anlamını kavrama - anlama çabalarımızın önüne geçmekte, sahip olduklarımızın değerini-kıymetini bil(e)meme ve bu değeri-kıymeti, etkin olarak kavrayamama noktasına sürüklemekte ve tüm bunlar da bizi körleştirmekte, çoğu zaman da vicdanımızın derin arkaik duyarlılığının aşınmasına neden olmakta. Unutmamalıyız ki vicdanımızın aşınmaya başlaması dahi, insanlığımızın yok olmaya başlamasıdır.

 

Vicdanımızın Kaynağı

Özelde bireyin genelde de toplum vicdanının temel kaynağı, kuşkusuz değerlerdir. İnsan, değerleri ile insan olur ve değerleri ile vicdan sahibi olur. Değerler, toplumların devamlılığını sağlar ve bireyler arasında birleştirici rol oynar. Bu, sosyolojik bir gerçekliktir. Ayrıca, yapıcı tutum ve davranışların geliştirilmesini de esas alan, hayati önemi bulunan yaşamsal öğelerdir. Her kültürün uzun yıllar içinde kendi yaşamı tecrübesinden edindiği -adeta damıttığı- yaşam normlarından oluşur değerler. O toplum, o kültür hakkında öngörülerde-kestirimlerde bulunmak için hangi değerleri ön planda tuttuğuna bakmak yeterlidir. Değerlerin doğrudan ve/veya dolaylı olarak birçok ders aracılıyla eğitimi genç dimağlara verilebilir. 

 

Hofstede ve ark. (2010)’nın (akt. Krause, 2016) da ifade ettiği üzere, değerlerimizin önemli bir bölümü, aile içinde yetiştirilme yoluyla öğrenilir. Öztürk ve Kafadar (2019)’a göre de ‘okullar, toplumda değerlerin yansıtıldığı yerlerdir’. Değer sahibi olmak, canlılar içinde sadece insana içkin bir tanımlama olması nedeniyle devredilmez bir özelliktir. İnsan, değer bilir, değer verir, değerleri ile ilişkilerini kurar-anlamlandırır. İnsan, özelde kendi yaşamını, genelde ise yaşama ilişkin tüm süreçlerini (varlık-inanç-bilgi vs.) sahip olduğu değerlerle algılar ve onlarla inşa eder. Tüm bunları ele aldığımızda esas olan yaşamın içinde [Çınar (2006)’ın saptamasıyla] ‘insanı nasıl konumlayacağımızda gizlidir’. Tüm çabamız, insanı anlamaktır. İnsana ilişkin yapılabilecek her tanımlama onun şu ya da bu özelliğini dışarıda bırakacaktır. Tam ve bütünlüklü bir tanımlamanın zorluğundan (efradını cami, ağyarını mani), insanın mükemmel denilebilecek bir tanımının yapılması şu halde mümkün değildir.

 

Yaşama ilişkin anlama ve onu anlamlandırma uğraşımız, bizi değer yitimine sürüklememeli. Ya da Antik dönem Sofistlerin ‘değerler ve gerçekler onları doğrulayanların görüşlerine bağlı, bu nedenle de izafidir’ anlayışına da götürmemeli. Reboul ve Izgar (1995)’ın da altını çizdiği gibi, değerlerin izafiliği onun size veya bana bağlı olduğu anlamına gelmez. Değer yitimi, bugünkü modernist ve pragmatist bir bakış açısıyla açıklanabilir, ancak kabul edilebilir değildir. Günümüz bireyi, pek çok açıdan ne yazık ki ‘bireyci’dir (individualist)(**) bu da beraberinde kaçınılmaz olarak yıkıcı olan amansız ‘bencil’liği (egoism)(**) getirmekte. Daha az duyarlılık, daha az sabır gösterme, daha az anlayışlı olma ve daha az kıymet bilme durumu (bu listeyi daha da uzatmak mümkündür), bizi insanlığımızdan uzaklaştırmakta ve yıpratıcı (hatta yıkıcı) yalnızlığa sürüklemekte. Oysa insan için asıl olan, içten olmaktır, empatik olmaktır, vicdanlı davranmaktır, dürüst olmaktır, samimi davranmaktır, değer-kıymet bilmektir (unutmayalım ki kıymet bilmek, insanın kendi özünü bilmesidir).           

 

İnsan, Değer - Kıymet Bilmeli

Günümüz insanı, ne yazık ki her şeyi doğal olarak hak ettiğini, bunun için hiçbir emek sarf etmesine gerek olmadığını (ya da çok az emek, gayret, çaba ile) düşünmekte. En güzel evlerde yaşamayı, en leziz yemekleri yemeği, en şık ve pahalı kıyafetleri giymeği vs. doğal olarak hak ettiğini ancak bunun için sadece yeterli parası olmadığını düşünmekte, sahip olduklarını görememekte, kıymetini bil(e)memekte. Sınırsız bir şekilde daha fazlasını, daha çoğunu ve nihayetinde tümünü sınırsız bir arzu ve iştahla talep etmekte. Oysa tüm kadim öğretiler, öncelikle ve özellikle insanın kendi arzu ve isteklerine (nefsine) sınır koymasını, hak etmediğine el uzatmamasını, elindekilerinin de kıymetini-kadrini-değerini bilmesini öğütlemekte. Genç (2012)’e göre (akt. Tenekeci, 2012), modern dünyanın asıl yoksulluğu, kıymet bilir insanların azlığıdır. Ne yazık ki bu durum gün geçtikçe daha da artmakta. Günümüz modern bireyin yaşadığı derin anlam yitimi aslında varlıkla kurduğu parçalı ve ben merkezli ilişkinin bir sonucudur. Bir başka anlatımla günümüz bireyi, varlık-bilgi ve ahlak arasında olması gereken varoluşsal bağın koparılması neticesinde değer yitimine (hatta değer kıyımına uğramıştır) uğramıştır. Heidegger’in (akt. Kalın, 2016) de ifadesiyle, insanı insan yapan ve ona kimlik kazandıran şey, varlık ile kurduğu ilişkidir. Bu ilişkiyi günümüz insanı, pek çok açıdan ne yazık ki unutmuş durumdadır.

 

İndirgemeci bir anlayış neticesinde günümüz bireyi (ne yazık ki) pek çok açıdan sadece müşteri-tüketici-pazar konumuna indirgenmiş ve bu çerçevede materyalist anlayışla varlığını konumlandırılmıştır (elbette bu durumun felsefi-ideolojik altyapısı da vardır). P. Tillich (1960), daha 1950’li yıllarda, materyalist bir zaman anlayışı içinde kalındığı sürece değerler alanına ait ontolojik bir temel ortaya konulabilir mi? sorusunu yöneltir, insanın değer yitimine ilişkin. P. Tillich, kaygılı sorusunda haklıdır elbette. Zira bugün, insanı insan yapan pek çok kadim değer (değer-kıymet bilme, ahlak, dürüstlük, emek ve daha pek çok temel insani değerler) araçsallaştırılmış ve ben’in (değer-kıymet bilmez) sonu gelmeyen yıkıcı arzularına sunulmuş ve bireyin sonluluğu unutturulmuştur. Anlık varoluşunun yegâne amacının da sadece anlık tatmin olduğu pek çok ortamda ve araçla (medya, eğitim kurumları, politik oluşumlar vs.) her gün aktarılmaktadır. Tüm bunlar, elbette çok daha fazla tahrip edici sonuç doğurmakta, insanı kadir-kıymet, değer bilmez ve doyumsuz bir canavara dönüştürmekte. İnsan, ölçülü olmalı ve kendisini bilmeli. Bugün, en çok aradığımız kadim insani değerlerdendir kıymet bilmek, değer(ini) bilmek.

 

Dönüşüme İhtiyacımız Var

Her şeyden önce bugünkü bireyin kapsamlı bir dönüşüme ihtiyacı vardır. Kadim değerlerin kapsayıcı ve düzenleyici içeriğini gözden kaçırmamalı. Varoluşunu yeniden sorgulamalı insan. Birey olmasını bireyciliğe, benliğini bencilliğe, ihtiyacını israfa, yaşamını sonu gelmez arzularına,  sürekli tüketime, aşkını öldürmeye, aklını kurnazlığa, inancını başkalarını yok etmeye, adalet duygusunu da intikama dönüştürmemeli. Yaşamda kalma bakımından hiçbir canlı (hele ki insan), diğer canlıdan daha öncelikli veya üstün değildir. Ancak, değer-ahlak duygusunun da sadece insana verildiği de unutmamalı. Başta eğitim olmak üzere, tüm düzenin buna göre yeniden oluşturulmasına ihtiyacımız var. V. Hugo (2020)’nun da ifade ettiği gibi insan türünün tüm dünyayı kaplayan o geniş yaraları, dünya haritasındaki mavi ya da kırmızı çizgilerde durmuyor.

 

Bilmeliyiz ki değer ve karakter kazanmanın en hızlı olduğu dönem, kuşkusuz çocukluk dönemidir. İnsanın çocukluk dönemi ile ilgili bugüne kadar sayısız araştırma-çalışma yapılmıştır. Temel ahlaki eğilimlerimizden en yıkıcı duygularımıza, sarsılmaz dini inançlarımızdan sadık ilişkilerimize, vicdani duyarlılığımızdan değer yargılarımıza kadar ve daha pek çok duygu-davranışlarımızın başlangıç noktasıdır çocukluğumuz. Ancak tüm bunların ve daha fazlasının hayatımızda yer edinmesi, uygulanması ancak eğitimle mümkündür. J. J. Rousseau (2009)’nun da ifade ettiği gibi doğduğumuzda sahip olmadığımız ve büyüdüğümüzde gereksinim duyduğumuz her şey bize eğitimle verilir. Eğitim sayesindedir ki keşfediyor, geliştiriyor ve uyguluyoruz.

 

Çocukta değer yargıları ve vicdan gelişim (duyarlılık), eş zamanlı olarak ilerlemektedir. Ayrıca çocuğun bebeklik ve erken çocukluk dönemlerini de içine alan vicdani ve karakter gelişiminin de temelini oluşturacak olan kazanımların başlangıcı kuşkusuz aile ortamıdır. Unutulmamalıdır ki karakter eğitimi, duygu, bilgi ve eylem aşamaları olan bir eğitim sürecidir. U. Balat (2014)’ın yaptığı çalışmaya göre, değerlere ilişkin tüm bilgiler, hayat buyunca devam eder. Buna göre ilk bilgiler, erken dönemde kazanılmaya başlanır ve kişiliğin oluştuğu dönemlere yani son ergenlik dönemine kadar devam eder. Değerlere ilişkin kişide değişimler elbette mümkündür, fakat temel değerler artık oluşmuştur. Tüm ebeveynlerin gözden kaçırmaması gereken en önemli noktalardan biri, kuşkusuz yanlış gelişmiş bir davranışın-tutumun değiştirmenin oldukça zor olduğudur. Buna kuşkusuz yanlış, eksik öğretilen-kazandırılan değerler de dâhildir. Toplumsal uyum ve barışın vazgeçilmezi olan değerlerin çocuklara çok küçük yaşta kazandırılması gerekir. Unutmayalım ki, toplumların en önemli konusu, çocuklarını nasıl yetiştirildiğidir. İnsanlığın, geleceği orada şekillenmektedir. Bilmeliyiz ki, her çocuk tüm insanlık için bir umuttur.

 

Bu değerlerden en önemlisi de kuşkusuz ‘kıymet bilmek’‘değer bilmek’ ya da daha açık ve yaygın bir söylemle ifade edecek olursak ‘kadirşinas olmaktır’ (kadirbilir, iyilikbilirlik, değerbilirlik). Bu özelliklerin – değerlerin çocuklara erken yaşta kazandırılması son derece önemlidir. Kıymet-değer bilmek aslında insanın kendi sınırlarını (haddini) bilmesi ile yakından ilintilidir. Bu sınırlar, birey için varoluşsal sınırlardır. Zira insan olmak, aslında hep eksik (arayışta) olmaktır, bir başka ifadeyle insan olmak, ‘tam olma yolunda’ ilerlemektir. Biliyoruz ki tüm kadim öğretiler, insana sınırlarını (haddini) hatırlatır. İnsan, sahip olduğu düşüncesi ile hayal gücü ile sanatsal yaratımı ile elbette sınırsızdır. Ancak, aynı insan, sahip olduklarının değerini - kıymetini bilmeme durumu da var. (Mevlana’nın bilinen sözü: ‘kıymet bilmek; kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır’ akt. Özeken, 2018). Arzularının-tutkularının esiri olan günümüz bireyinin bu durumu, tahrip edici ruhsal sorunlardan, çok daha büyük ve yıkıcı toplumsal sorunlara yol açmakta. Oysa ‘kıymet - değer bilmek’ insanın iç huzuruna da iyi gelmekte ve genel yaşam memnuniyetini de yansıtmaktadır. Unutmayalım ki, kıymet – değer bilmek, insanın kendini bilmesidir. 

 

Cemil Kiraz

Eğitim Yöneticisi

             

Kaynakça: 

-        ÇINAR, A. (2006), ‘Modern zamanların değer arayışı: Varlık – bilgi – değer birliğinin önemi’  Değerler Eğitimi Dergisi, yıl: 2006, Cilt:4, Sayı:11

-        DESCARTES, R. (1997), ‘Za metoda’ (Prev: M. Şişkov, D. Stanev), izd: ‘LİK’, Sofya, Bulgaria  

-        HUGO, V. (2020), ‘Sefiller -I-‘ , (Çev: V. Yalçıntoklu), 13. basım, Türkiye iş bankası kültür yay. İst.

-        KALIN, İ. (2016), ‘Ben, öteki ve ötesi –İslam – batı ilişkileri tarihine giriş’ 6. Baskı, İnsan yay. İst.

-        KRAUSE, U. (2016), ‘Avrupa değerler atlası: Avrupa perspektifinden değerler tartışması’, Değerler Eğitimi-Eğitimde Farklılık ve Katılım Hakkı, (Derleyen: A. Kaya ve ark.) İstanbul Bilgi Üniversitesi yay. 2016.

-        ÖZEKEN, P. (2018), ‘Kıymet bilmek: Bugün kaybetmeden değerini anlayabilmek’ https://www.uplifers.com/kiymet-bilmek-bugun-kaybetmeden-degerini-anlayabilmek/(e.t: 14.02.2021)

-        ÖZTÜRK, C. & KAFADAR, T. (2019), ‘Fransız ve Türk okulu ortaokulu öğrencilerinin değer algılarının karşılaştırılması’, Eğitim ve Bilim dergisi, cilt:44, sayı:198

-        REBOUL, O. & IZGAR, H. (1995), ‘Değerlerimiz evrensel midir?’ Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi dergisi, cilt: 1, sayı:3,  

-        ROUSSEAU, J. J. (2009), ‘Emile ya da eğitim üzerine’, (Çev: Avunç, Y.), 1. basım, Türkiye iş bankası kültür yayınları, İst.

-        TENEKECİ, İ. (2012), ‘Kıymet bilmek…’ http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimtenekeci/kiymet-bilmek-34960 (e.t: 26.12.2020)

-        TİLLİCH, P. (2004), ‘Aşk, Güç ve Adalet / Ontolojik Tahliller ve Etik Yaklaşımlar’ (Çev. R. Yazoğlu), Yeni zamanalar yay. İst.

-        U. BALAT, G. (2014), ‘Çocuklar ve değerler eğitimi’http://www.kimpsikoloji.com/wp-content/uploads/2014/02/ (e.t: 14.02.2021)

-         (*) 'Ben, bir insanım, insanda olan hiçbir şey bana yabancı değil’  (akt. EĞRİLMEZ, A. ‘Samimiyet…Ah!...‘ Psikeart dergisi, Eylül-Ekim 2014, Sayı:35)

-        (**) adı geçen kavramlar hakkında daha geniş açıklamalar için bakınız; AKARSU, B. (1994), ‘Felsefe Terimleri Sözlüğü’, (5. baskı), İnkılap kitapevi, Ankara.