Prof. Dr. Mustafa Yavuz

Zihinsel bilgisinden ötürü insan, dış dünyanın görünüşleriyle ne denli az dost ve senli benli ise onu en yüksek soyut güzelliğe götüren güç de o derece büyük olur (Worringer, 1985). 

Doğayla bağlarını koparan sanat, yaratma özgürlüğüne kavuşuyor ve evrene açılıyor. Verilmiş biçimlerden hareket etmiyor, yeni biçimler oluşturuyor. “Yeni gerçek” in yaratıcısı oluyor. Paul Klee’nin bir sözüyle, bu sanat görüneni vermiyor, bir düşünceyi görselleştiriyor. Soyut resmin öncülerinden Kandinsky’e göre soyut sanat, sanatçının iç dünyasını dile getirir. Üstelik bu romantiklerin korku, neşe, üzüntü gibi kaba saba duyguları değil, bunları da aşan ruhsal titreşimlerdir. Nesnelerin dıştan göründüğünden daha fazla oldukları hakkındaki bilgi, yeni bir doğa incelemesi gerektiriyordu (İpşiroğlu ve İpşiroğlu, 1993). 

Dış dünya ile zihin arasından konulması gereken mesafe somutluğu öne çıkaran ortalama okulun en hazzetmediği durumlardan bir tanesidir. “Hocam daha somut anlatabilir misiniz?” sesleri ile çınlayan ve bu seslerin peşinden koşan, bu sesler tarafından yönetilen bir öğrenme sürecinin öğrencinin zihnini sınıfın dışına çıkaramayacak bir acziyette olacağını tahmin etmek zor değildir. Öğrenciyi bir beyin olarak değil, beş duyu organından ibaret olarak görme pedagojinin hastalıklı hallerinden birisidir. Bu hastalığa yakalanmış olan öğretmen hep daha somut örnek peşinden koşacak ve bu ölçü gittikçe öğrenciye de öğretmene de yetmez duruma gelen bir somut bağımlılığı haline gelecektir.

Öğrencinin tahayyül etmesine izin vermeden somutlaştırmak, öğretmenin gerçeği ya da doğruyu kendi düşünsel sınırlılıkları içerisine hapsetmesi anlamına gelir. Bu durum öğrenenin zihnine destursuz bir müdahale anlamına gelir. Gereksiz somutlaştırma gayretleri arttıkça öğretmen kendi zihinsel modelinden onlarca ya da yüzlercesini klonlamış olur. Casey’e (1974) göre; “tahayyül etmek, insanın zihni faaliyeti için öylesine elzemdir ki, tahayyül etmeyi ortadan kaldırmak insanın zihni karakterini kökten değiştirebilecektir (Murray, 2008). Bu durumda bitmek bilmez somutlaştırma gayretleri öğreneni zihni tembellik içerisine sokmanın alt yapısını oluşturacaktır. 

Öğretim programlarını soyut-somut dengesi bakımından incelemek okulun, eğitim sistemlerinin öğrenmeye ve öğrenene yönelik varsayımlarını anlamamız bakımından önemli ipuçları verecektir.

Yenilenme sürecinde olan 9. sınıf matematik dersi öğretim programında; 

“Ortaöğretim Matematik Dersi Öğretim Programı; salt soyut bilgileri arttırmaktan öte matematiksel düşünme becerisi gelişmiş, matematiksel becerileri günlük hayata aktarabilen, bilgi iletişim teknolojilerini matematik öğreniminde etkili kullanabilen, bilgiye ulaşmayı ve kullanmayı bilen, öz güvenli, başarılı, öz değerlendirme yapabilen, üretken ve eleştirel düşünen, kendi öğrenmesinin sorumluluğunu alan, millî kültürünü özümsemiş aynı zamanda küresel bakış açısına sahip, ulusal ve uluslararası düzeyde rekabet gücü yüksek bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir (MEB, 2017 )” ifadesi yer almaktadır. 

Programda “salt soyut bilgileri artırmaktan” ile başlayan cümle ”öte” bağlacıyla hemen soyuttan uzaklaşıp, somut olanların daha çok sıralandığı görülüyor. Soyut işlemler dönemi olan ortaöğretimde bile soyutluğa olan mesafe öğrencilerin zihinsel gelişimlerinde soyuttan beklentinin sınırlı olduğunu akla getiriyor. Halbuki Murray’e (2008) göre insanı ayrıcalıklı kılan en önemli yanı, hala onun biricik logos gücü, söylem geliştirme gücü, adlandırma gücü ve düşünme gücüdür. İşte bu nedenledir ki insan yaratılmışların en üst noktasında durur ve böylelikle düşünme kabiliyetimize hayat ve hayatiyet kazandırır.

Öğrenme ve problem çözme birbirleriyle yakından ilişkili kavramlardır. Öğrenme stilleri dört boyutta incelenebilir. Özümseyen, Yerleştiren, Değiştiren, Ayrıştıran olmak üzere dört farklı öğrenme yaklaşımı vardır. Bu duruma göre bazı öğrenenler dokunmayı, yapmayı tercih ederken bazıları görerek ve duyarak daha iyi öğrenebilirler. Özümseme yoluyla daha iyi öğrenebilen öğrenciler ise kavramsal öğrenmeyi tercih ederler. Düşünce ve içeriği insanlara tercih ederler. Uygulamadan daha çok doğru ve etkili anlatımlara ihtiyaç duyarlar. Kapsamlı bilgileri zihinlerinde organize edebilirler, soyutlamaları tercih ederler. Bilim alanında kariyer yapmak isterler. Düşünmeye zaman ayırırlar, akıl yürütmeyi ve okumayı severler (Kolb, 1985).

Şekil 1: Global Competence Model, Hunter (2004)

Maker öğrenci, yaparak yaşayarak öğrenme, deneyime dayalı öğrenme gözde kavramlar olsa da öğrenme stilleri analiz edildiğinde; herkes için ve her durumda geçerli öğrenme biçimleri olmadığının anlaşılması zor değil. Saati somut olarak göstermek zamanın anlaşılması anlamına gelmez. İbadet yerlerini gösterebiliriz ancak inancı somut olarak öğrenemeyiz. Bununla birlikte Şekil 1’de görülen küresel düzeydeki yeteneğin özünü oluşturan duygularının farkında olma, risk alma, açık bir zihin, başkalarına saygı, işbirliği, farklı kültürleri tanıma, küresel farkındalık gibi yetenekler dokunduğumuz, gördüğümüz somutlar dünyasının çıktıları olamaz. Duyularla algılanabilen müşahhas dünya insanlığı anlamadan biyolojik bir varlık olarak insanı anlatmaya çalışmakla meşguldür. Ancak yalnızca organ ve dokuların birbirleri ile eklemlenmesinin bir ürünü olmayan insanlık anlaşılmadan insan ve canlı üzerinde yapılacak hiçbir anlama çalışması holistik ve etik sınırlar içerisinde olmayacaktır. Görme, duyma, dokunma tarafından sınırlanmış öğrenme ancak var olanı yeniden üretmek, taklit etmek, öğrenmenin kıyılarında dolaşmak anlamında gelecektir. Bu durum bizi ellerimizden, gözlerimizden daha büyük olan zihnimizi kullanmaya, görünenin, dokunulanın arkasındaki daha büyük kavramsal şemaları anlamaya terfi ettirmek zorunda.

Günümüzde pek çok disiplinde biçimciliğin, somutlaştırmanın doğurduğu sonuçları konu edinen araştırmalar yayımlanmaktadır. İlk bakışta her şeyin çok somut göründüğü mimari bu alanların başındadır.

“Mimari, yer ile ilgili bir uygulama alanıdır. Ancak, yer, günümüz mimarlık söyleminde merkezi bir konuma sahip değildir. Mimari tasarımla ilişkili olarak, yer problemi üzerine soyut düşünce düzeyinde kuramsal altyapı oluşumu yeterli ve etkin olamamakta; biçimci mimarlık yaklaşımları ve onun baskın söylemi tarafından büyük ölçüde gölgelenmektedir. Yeri katı ve sınırlı bir biçimde tanımlamak yerine, ‘boyutsal bir yaklaşım’ önerilmiştir. Bu çalışmada yerin üç temel boyutu ortaya konulmuştur. Bunlar; Zemin, Zaman, Varlık/deneyim boyutlarıdır (Deviren, A. Senem, 2001).” Mimari de biçimci somut düşüncenin ana akım haline gelmesi yalnızca zemin hesaplamalarını ön plana çıkarırken soyut ve derin boyutu oluşturan zaman, varlık ve deneyim atlanarak bir yapıt yerine ancak “şekle girmiş” beton ve çelik-demir yığınları ile dolu bir dünya yaratabiliriz.

Somut mahallede dolaşmak bir nevi insanın kendi zihninden kaçışıdır. Somut mahallenin yerleşikleri olan duyu organları bir bakıma bütün ülkenin sahibi olan aklı kendi mahallesinde istemezler ya da yalnızca onları hareket ettirebilecek olan kısmıyla yetinmek isterler. Bir müddet sonra somutluğun cazibesi zihni atıl durumda bırakıp gerçeği kavrama yolculuğunu sonuçsuz bırakabilir. Atıl durumda kalan zihin gördüğünü yalnızca biçimsel olarak algılama dışına çıkamaz hale gelir. Onun için artık ev bir yuva değil, şu kadar metrekare kapalı bir alandır. Gidişat bizi deneyim ve zamandan bağımsız bilmem kaç metre kare arsaya kaç metre kare kapalı alan yapılabileceğinden başka bir durumu düşünemez hale getirebilir.

Haliyle bu makale kapsamı ve ana düşüncesi nedeniyle eğitimcilere somut bir öneri sunmamaktadır. Okurun kendi çıkarımlarını yapması, öğrenme sürecinde yazılanı ete kemiğe bürümesi kendi yaratıcılığına teslim edilmiştir. Ancak makaleden eğitim sisteminin çıkarımlarının ne olması gerektiği ile ilgili somut önerilerinizi duymak makaleyi tamamlayıcı bir işlev görecektir. 

Doç. Dr. Mustafa YAVUZ

Twitter.com / @mmustafayavuz

Instagram / mustafayavuz_yeninesilokul

www.mustafayavuz.blog