Prof. Dr. İbrahim Özdemir

Yeni bir eğitim-öğretim yılı başlıyor. İlk kez okulla tanışanlarla birlikte tüm öğrencilere başarılar diliyorum.

Okula yeni başlayanları görünce –her şeye rağmen- umut doluyordum.

Eğitim ve öğretimin devasa sorunlarından habersiz yeni bir hayata başlıyorlar. Heyecanlılar; umutlular ve hareketliler. Okula değil, adeta geleceğe koşuyorlar.

Bir yakınımı ziyaret için hastaneye gittiğimde, okul çantası ile gelen bir minikle karşılaştım. Yarını beklemeden çantasına sırtına takmış hastaneye gelmiş.

Biraz sohbet ettim. Gözerindeki ışık ve heyecan içimi ısıttı.

BAŞINI OKŞARKEN VE ONU TEBRİK EDERKEN KENDİ KENDİME SORMADAN EDEMEDİM:

“Eğitimde neredeyiz?”

Bunun net resmini çekmek ve ona göre sorunlara çözüm aramak şart.

Biz 2023e hazırlana duralım, elin adamı 2030 ve 2050ye hazır.

Bunu yaparken de sadece ve sadece torunlarına yaşanacak bir ülke bırakmayı hedefliyor.

Fransız ekonomist ve gelecek bilimci J. Attali’nin ifadesi ile başta AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş dünya “2050’de yeryüzünün neye benzeyeceğini bugünden kararlaştırıyor”.

“Çocuk ve torunlarımız yaşanabilir bir dünyada mı oturacaklar, yoksa bizi nefretle anarak bir cehennemin içinden mi geçecekler?”

Attali’ye göre bunları “bizim davranış tarzımız” ve şimdiden vereceğimiz kararlar belirleyecek.

Bunun için çocuk ve torunlarımıza “yaşanabilir bir dünya” bırakmak için geleceği düşünme zahmetine girmemiz ve geleceğin nereden geldiğini, onu nasıl şekillendirebileceğimizi anlamamız” gerekiyor.

Bunun ilk şartı da onlara kaliteli bir eğitim vermektir.

Çocuk ve torunlarımızın karşılaşacakları sorunları çözebilmeleri alacakları kaliteli eğitime bağlıdır.

Ancak kaliteli eğitim alan, öğrenmesini öğrenen, değişime süratle uyum sağlayabilen nesiller iyi bir gelecek için iyimser olabilir.

Gerisi kuru bir tesellidir.

Peki, gerçekten eğitimde neredeyiz?

Bazılarına ve özellikle de eğitim bürokrasisine sorarsanız çok iyi yerdeyiz.

Çağ atladığımızı söyleyen bile olabilir.

Aslında az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle kıyasladığınızda bunların doğru olduğu görülür.

Afrika ülkeleri ile kendimizi kıyaslarsak eğitimde hiçbir sorun yok diyebilirsiniz.

  1. Kore, Japonya, Singapur ve bazı küçük Arap emirliklerini saymazsanız, Asya ve hatta Güney Asya ülkeleri ile de kıyaslayabilirsiniz.

Yine sorun yok.

Güney Amerika ülkelerini de sayabiliriz. Ama gerek yok.

Biz yaklaşık 160 yıldır sadece eğitimde değil; spor ve sanatta da kendimizi hep gelişmiş Batı demokrasileri ile kıyaslıyoruz.

1839 Tanzimat Fermanı ile stratejik bir tercih yapmışız.

Genç Cumhuriyetin doğuşu ile bu tercih tescillenmiş. Bundan dolayı Türkiye  Tanzimat fermanından bu yana model olarak Batıyı kendine örnek alıyor.

Kalkınmışlığını veya geri kalmışlığını, insan haklarına uyup uymadığını, her konuda başarı veya başarısızlığını Batı standartlarına göre belirliyor.

Başta futbol olmak üzere, spor takımlarımız bile Asya ve Afrika liglerinde değil, Avrupa liglerinde yarışıyor.

Batılı ülkeler ise kalkınmışlıklarını, hele hele eğitimle ilgili durumlarını bağımsız kurumlara soruyor. Onların verilerini esas alıyorlar.

Bu kurumların başında ise OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) geliyor.

OECD her yıl dünyada eğitimin durumuyla ilgili raporlar yayınlıyor. Bu raporlar tüm dünyada ciddiye alınır.

Karar vericiler için de bir yol haritası görevini yapar.

Yedi yıl boyunca OECD’nin eğitimle ilgili bu çalışmalarına katılan biri olarak, bu raporların nasıl hazırlandığına tanık oldum.

Dünyada eğitimin nabzı OECD’nin Eğitim Araştırma ve İnovasyon Merkezinde (CERİ) atar denilse yeridir.

***

OECD şimdiye kadarki en kapsamlı “küresel eğitim” raporunu 2015 yılında yayınlayarak; dünyadaki eğitimin durumunu ortaya koymuştu. Bizim açımızdan düşündürücü olana Türkiye’nin 76 ülke arasında 41. sırada yer almasıydı.

Raporda ilk beş sırayı Asya ülkeleri, son beş sırayı ise Afrika ülkeleri paylaşıyor.

1960’lı yıllarda başlayarak eğitime sürekli yatırım yapan Singapur birinci sırada. İngiltere 20`inci, ABD ise 28`inci sırada yer almış.

Bunun bir anlamı, tutarlı ve bilimsel bir eğitim stratejisi izleyen ülkelerin dünün ve bugünün süper güçlerini geride bırakabiliyor.

Daha doğrusu, dünün sömürge ülkeleri eğitim vizyonları ile efendilerini fersah fersah geride bırakabiliyor.

Bunu görmek için sırlamada ilk ona girenlere bakmak yeterli:

  1. Singapur
  2. Hong Kong
  3. Güney Kore
  4. Japonya
  5. Tayvan
  6. Finlandiya
  7. Estonya
  8. İsviçre
  9. Hollanda
  • Kanada

Tüm mesele siyaset üstü ve bilimsel eğitim stratejileri ile konuya yaklaşmaktır.

OECD raporunun dikkat çeken bir yönü ise “eğitim ve ekonomik büyüme” arasındaki ilişkiyi somut olarak ortaya çıkarmasıdır.

76 ülkedeki sınav sonuçlarını temel alarak yapılan kıyaslama, eğitim ve ekonomik büyüme arasındaki bağlantıyı net olarak gösteriyor.

Eğitim sorunun halledemeyen bir ülkenin ekonomik olarak büyümesi mümkün değildir

Eğitim politikalarını oluşturanların bu rapordan gerekli dersi çıkarmaları için

OECD Eğitim Direktörü Andreas Schleischer bir uyarıda bulunuyor. Böylece topu taca atmadan, kimseyi suçlamadan herkesin bu rapordan gerekli dersi çıkarmaya davet ediyor.

Schleischer’e göre raporun en önemli yanı:

  • ilk kez küresel düzeyde eğitim kalitesini ölçmüş olması,
  • zengin ve yoksul ülkelere kendilerini dünyanın eğitim liderleriyle kıyaslama fırsatı vermesi,
  • zayıflıklarını ve güçlü yanlarını görmelerini sağlaması,
  • eğitimde kaliteyi arttırmanın uzun vadeli ekonomik yararlarını göstermesi.

***

Raporun özü bu.

Geçen bir yıl içerisinde sorunlar azalacağına büyüdü.

Ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunlar, bölgedeki iç savaşlar ve kitlesel göçlerle birlikte eğitim sektörünü  de etkiledi.

Göçmen çocukların eğitim sorunlarını çözmek de bize düşütü.

Buna bir de 15 Temmuz Darbe kalkışması ve bunun eğitimdeki yansımaları eklenmeli.

On binlerce öğretmen KHK ile görevden uzaklaştırıldı. Bunu körpe zihinlere çok iyi anlatamadığımız takdirde, öğretmenini kaybeden çocuklar travma yaşayabilir.

Ayrıca yeni alınacak öğretmenlerin çok iyi bir deneme ve eğitim sürecinden geçmeleri şart.

Bu konuda Eğitim Fakültesi olanlar başta olmak üzere devlet ve vakıf üniversiteleri toplumsal sorumluluk duygusu ile hareket etmek zorunda.

Söz konusu olan çocuklarımızın geleceğidir.

Sorulacak sorular açık ve net:

Eğitimde neredeyiz?

Siyaset üstü ve bilimsel bir eğitim stratejimiz var mı?

Neden 41. Sırdayız?

Nerede hata yaptık?

Neler yapabiliriz?

Söz konusu olan çocuk ve torunlarımızın geleceğidir.

Onlara nasıl bir dünya bırakacağız?

Bu gün vereceğimiz kararlar bunu belirleyecek.

Prof. Dr. İbrahim Özdemir

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölüm Başkanı