Prof. Dr. İbrahim Özdemir

Gisela, Hamburglu bir armatörün kızıydı. Nazilerin hâkim olduğu dönemde bile iyi bir hayatı vardı. Kocası Hermann profesyonel bir askerdi.

Karı-koca aristokrat ailelerden geliyordu.

İki çocukları vardı.

Dahası, huzur içerisinde yaşadıkları şehir dışında büyük bir evleri vardı.

Ormanın ortasında, bölgesel mimariyi yansıtacak şekilde tasarlanmış bir çiftlik eviydi bu.

7 Mayıs 1945 Pazartesi günü saat 02.40’ta Almanya şartsız olarak teslim oldu.

Sadece 2. Dünya Savaşı değil, Hitler’in “Bin Yıl Sürecek” dediği Nazi dikta, baskı ve şiddet rejimi de bitmişti.

Hitler ve en yakın arkadaşları Berlin’in göbeğinde intihar ettiler.

Nazi terörünün beyni ve SS sisteminin kurucusu Heinrich Himmler önce sahte bir çavuş kimliği ile kaçtı. Çok geçmeden yakalandı. Hesap vermek için Nürnberg’e sevk öncesi intihar etti.

Avrupa’yı altı yıl içerisinde kana bulayan NAZİ rejimi çökmüştü.

Nazilerin işlediği cinayet ve yaptıkları talanın sonuna gelinmişti.

Yalnız Nazilerin mi?

Tüm Almanların.

Geride kalan Almanlar için hiç bir şey eskisi gibi değildi ve olmayacaktı. Avrupa’ya sığmayan Almanya bir gecede dörde bölünmüştü.

Mağrur Almanlar İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika’dan oluşan dört muzaffer ülkenin merhametine terk edildi.

Bir gözlemciye göre Almanya âdeta “kıyamet sonrası ortaya çıkan bir çöle dönmüştü”.

Zamanında binaların yükseldiği caddelerde tonlarca moloz vardı. Secdece Berlin’de tüm caddeleri kaplayan yetmiş beş milyon ton moloz bulunuyordu”.

Geride kalan Almanlar, hayatlarını yeniden kurmak zorunda kaldılar. Kimi açlık, sefalet ve bunların sebep olduğu hastalıklar sonucu hayata tutunamadı.

Ancak Gisela gibi mücadeleci, inatçı ve biraz da şanslı olanlar ayakta kalabildiler.

Gielsa, iki çocuğunu da alarak uzun bir yolculuğa çıktı. Rüşvet dâhil her yola başvurarak, Rusların işgalindeki bölgeden, İngilizlerin denetiminde olan bölgeye geçti.

150 km ilerideki Magdeburg’a ulaştıklarında aç ve sefillerdi.

Savaş sonrası paramparça olmuş şehirde iki çocuğu ile yapayalnızdı. Kalacak bir otel ve yemek yiyecekleri bir yer bile yoktu.

Karaborsadan altmış mark karşılığında birkaç dilim ekmek alabildi.

Ama yeni bir hayat önlerindeydi. İngiliz bayrakları belki de ilk kez bir Alman için özgürlük anlamına geliyordu…

Gielsa, öncelikle iki çocuğunu da bir bakım evine bıraktı.

Hamburg’taki baba ocağına döndü ve hayata yeniden başladı.

Dizginleri bizzat eline aldı. Geleceği ile ilgili bazı kararlar verdi.

Üniversiteye yazıldı. Eğitim olmadan yeni bir dünya ve yeni bir hayatın mümkün olamayacağını biliyordu.

Yıkılmış Almanya’da devletten iş beklemek bir hayaldi. Kendi işini kuracak, kendi patronu olacaktı.

Ayrı yaşadığı eşinin emekli maaş gazete bile almaya yetmiyordu.

Devletten bir şeyler bekleme zamanı değildi.

Eğitim ve beceri temelli hayatını yeniden düzenlemeye karar verdi.

Fizyoterapi okudu.

Mezun olur olmaz, evinin zemin katını kliniğe dönüştürdü. Başka bir yer tutacak parası yoktu.

Kısa sürede işler açıldı.

Savaş sonrası Almanya’da yeni bir meslek, yeni bir hayat demekti.

Gielsa, zaman içeresinde hayatını yeniden düzene koydu.

Çok geçmeden, müşterileri evin zemin katındaki muayenehaneye sığmaz olmuştu bile.

Gielse, yıkılan ve yakılan Almanya ile birlikte birçok şeyini yitirmişti: Çiftliğini, evini, ailesini, kısaca her şeyini…

Ancak “daha iyi bir gelecek” için olan umudunu hiçbir zaman kaybetmedi.

Umudunu kaybedenler için geleceğin olmayacağını biliyordu.

Umut ışık ise, umutsuzluk karanlık ve yokluk demekti.

Gielsa örneğinde bir kez daha umutlu olmanın ve eğitime yatırım yapmanın pozitif değeri görldü.

***

Bahsettiğim hikâyenin tamamını okumak isteyenler için: Ingrid Von Oelhafen& Tim Tate, Hitler’in Unutulan Çocukları, çev.: Dr. Mert Akcanbaş, Beyaz Baykuş, İstanbul,2016.

 

Prof. Dr. İbrahim Özdemir 

twitter.com / @iozdemir