Erdem Oklay

Bu makale; W. Glasser tarafından yazılmış olan “Okulda Kaliteli Eğitim” isimli kitaptan hareketle, eserin içeriğine dayalı yorumları içermektedir.

Kitap, okulda asıl meselenin kaliteli eğitim değil; kalite eğitimi olması gerektiği fikriyle başlamaktadır. Bu fikre göre; eğitimde kalite çabaları yerine, kalitenin bir değer olarak okullarda yaşatılması gerektiği savunulmaktadır. Bu aslında kalite kültürünün oluşturulması ile ilgilidir. Öğrenciler okul sistemine ilk girdikleri andan itibaren kaliteli çalışmalar yapmaya teşvik edilmelidir. Gerçekte insanın temel güdülerinden biri kolaycılığa kaçmadır. Yani insan en az çabayla en fazla verimi almanın uğraşı peşindedir. Böylece az bir emekle kabul edilebilir düzeyde çalışma yaparlar. Bu durum onların gerçek potansiyellerini ortaya çıkaramamalarına ve yeterince kaliteli işler yapmamalarına neden olmaktadır. Oysa kalite fikrinin bir değer olarak kazandırılması öğrencileri her zaman daha kaliteli çalışmalar yapmaları doğrultusunda harekektlendirmektedir.

Kalite kültürünü oluşturma ve sürekli kılma en başta okul yöneticilerinin görevidir. Okul yöneticileri kaliteyi bir değer olarak öncelikle kendileri benimsemeli; bu doğrultuda öz eleştiri ve öz denetime açık olmalıdırlar. Peki öğretmenleri kalite konusunda nasıl motive edebilirler? Bunun için kalite algısı ile öğretmenlerin yaptıkları iş arasında bağlantı kurmalarını sağlamalıdır. İnsanlar yaptıkları işin kaliteli olduğunu bildikleri takdirde o işi yapmaya isteklilikleri artacaktır. Bu noktada Toplam Kalite Yönetimi’nin öncülerinden Dr. Deming’in önerdiği Denetim Kuramı işe koşulmalıdır. Bu kuram insanların neden ve nasıl davrandıklarını açıklayan önemli bir kuramdır. Kuramın özü; tüm insanların aslında neredeyse aynı temel gereksinimleri karşılamaya yönelik eylemlerde bulunduğudur. Bu temel gereksinimler: yaşama, sevgi, güç, eğlence ve özgürlüktür. Gereksinimler benzerdir ama karşılanma biçimleri bireylere göre farklılık göstermektedir. Öğretmenler, bu temel gereksinimlerinin bir ya da birkaçının karşılandığı koşullarda kaliteli çalışmalar için daha fazla istekli olacaktır. Bu gereksinimleri karşılama biçimlerine göre iki tip yönetim modeli vardır: patronca yönetim ve liderce yönetim.

Patronca yönetimde gerçekte tüm faaliyetler yöneticilerin gereksinimlerini karşılamaya yöneliktir. Böyle bir ortamda çalışanlar kendini değersiz hisseder. Patronca yöneten bir okul müdürü öğretmenlerinin değil, kendi gereksinimlerini doyurma peşindedir. Öğretmenlerden kaliteli çalışmalar yapmalarını beklemek patronca yönetimde çok zordur. Yönetim ödül-ceza sistemine dayalıdır ancak ceza daha ağırlıklı kullanılır. Oysa cezaların temel gereksinimleri karşılama şansı çok zayıftır. Bu yönetim modeli, sınıfta öğretmen, okulda yöneticiler tarafından uygulanabilir. Baskı ve zorlama olduğu için ne öğrenciler ne de öğretmenler yaptıkları çalışmalardan keyif alırlar. Temel gereksinimleri karşılamayan bu yönetim modelinde öğretmenler ve öğrenciler az çabayla kabul edilebilir düzeyde iş çıkarmayı yeterli görürler. Böyle bir okul ortamında kaliteli çalışmalar üretilemez. Okullarda sıkça görülen bu yönetim modelinde öğretmenler yöneticilerine, öğrenciler de öğretmenlerine karşı direnç gösterir. Öğrencilerin direnci öğretmen ve yöneticiler tarafından sıklıkla disiplin sorunu olarak algılanır. Disiplin sorunlarını gidermek için patronca yönetenlerin yaptığı şey baskı ve zorlamayı arttırmaktır. Baskı arttıkça direnç de arttığı için patronca yönetim verimsiz bir kısır döngü yaratır.

Standart testler ve ulusal/uluslar arası sınavlar patronca yönetenlerin elini güçlendirir. Standardize edilmiş sınavlar tek tip başarıya odaklandığı ve yaratıcılığı öldürdüğü için ne öğretmenlerde ne de öğrencilerde kalite algısını oluşturamaz. Bu durum kalite kültürünün yaratılmasını da engeller. Üstelik disiplin sorunlarını da çoğalttığı için temel gereksinimleri karşılanmayan öğretmenlerin iş doyumları da düşer. Yetkin öğretmenlerin açmazı budur. Yetkin öğretmenler patronca yönetimin istediği şekilde öğrencilere bilgi ezberletirse standart testler de başarılı olurlar ama öğrencileri gerçekte bir şey öğrenememiş olur. Öte yandan onların yaratıcılığını ortaya çıkaran faaliyetler de standart testlerde işe yaramaz ve bu öğretmenin başarısızlığı olarak görülür.

Liderce yönetenler ise işbirliğini ve kalite kültürünü etkin kılarlar. Lider öğretmenler öğrencilerini cesaretlendirir. Patronca yönetimi benimseyen pek çok öğretmen liderce yönetimin denetimi zayıflattığını söylemektedir. Oysa liderler; denetim ve kontrol güçlerini zayıflatmaz, sadece başka bir biçimde uygularlar. Tepeden inme, cezalandırıcı denetim yerine öz denetimi geliştirmeye odaklanırlar. Lider öğretmenler öğrencilerinin yaratıcılığını geliştirmeye çalışır. Bu yüzden standart testlere pek başvurmazlar. Sınıfta olumlu duyguları ve işbirliğini geliştirdikleri için de öğrencilerinin temel gereksinimlerini karşılamış olurlar. Bu yüzden liderce yönetenler dirençle karşılaşmaz. Çünkü liderin kendilerini anladıklarını bilirler. Liderce yönetenlerin olduğu ortamlar neşelidir ve kaliteli faaliyetler yürütülür. Tüm öğrenci ve öğretmenler kaliteli bir iş yapmanın keyfini sürerler. Kendilerine değer verildiğini bilir ve ona göre davranırlar.

Liderliğin tek bir biçimi yoktur. Liderler kendi tarzlarını zaman içinde geliştirirler. Ceza yerine ödüllendirme tercih edilir. Lider öğretmenler notları bir ceza aracı olarak kullanmaz. Sadece yeterli başarının gösterilmediği şeklinde yorumlarlar ve bu nedenle düşük notlarını yükseltmeleri için her zaman öğrencilerine fırsat tanırlar. Liderce yöneten öğretmenlerin sınıfları gürültülüdür. Çünkü bu sınıflarda yoğun etkileşim vardır. Araştırmalar öğrenciler arası etkileşim arttıkça başarının da yükseldiğini göstermektedir. Bunu bilen lider öğretmenler bu etkileşim ortamını ustaca yönetirler.

Sonuç olarak; eğitimde kaliteyi arttırmak istiyorsak geleneksel yönetim yani patronca yönetimden vazgeçmemiz gerekmektedir. Lider öğretmen ve yöneticiler yetiştirmeli, onlara gerekli olanakları tanımalıyız. Eğitimde dönüşüm için kaliteyi esas alan bir yaklaşım benimsemeli ve bu konuda cesur olmalıyız. Standart testlerin sayı ve ağırlığını minimuma indirmeli, okullarda yaratıcılığı ve işbirliğini teşvik etmeliyiz. Tüm sınıflara en iyi öğretmenlerin girmesi için öğretmen yetiştirme sisteminde yeniden yapılanmaya gitmeliyiz. Eğitimde özlemini duyduğumuz başarı ancak bundan sonra yakalanabilecektir.

Erdem OKLAY

Fen Bilimleri Öğretmeni, Doktora Öğrencisi