Cem Köymen

Size Güzel Bir Haberimiz Var! Çocuğunuz OLUYOR…

Çoğumuz benzer duyguları yaşamadı mı? 

 “Doktor bilgili aynı zamanda annenin duygusal ihtiyaçlarına hakim tabii bir de güler yüzlü olsun. Hemen ulaşılabilir olsun lütfen. WhatsApp mesajlarımıza hemen dönüş yapmalı. Kendi çocuğu var mı? Hangi okula gidiyor? Aaa çocuğu yok mu? Başka kimler o doktora gitmiş? Doktor hakkında ne gibi yorumlar var acaba. Memnun kalmışlar mı?

Rutin doktor kontrolleri sırasında ilk kalp atışlarını duyduğunuz o anki muhteşem heyecanı hatırladınız mı peki? “Sağlıklı olsun yeter, yeter ki sağlıklı olsun. Kız veya erkek hiç fark etmez.

 12.hafta geldiğinde cinsiyet öğrenildi ve yine o tatlı heyecan sonrası ilk cümle: “Amaan ne önemi var ki sağlıklı olsun gerisi boş.”

(Sadece sağlıklı olsun”lardan hangi ara beklenti ve kıyasların çocukları da aileleri de yıprattığı noktala geleceğiz, gerçekten anlamak zor.)

Sonra bir ses duyululur hastane odalarında o ilk bakış, ilk göz göze gelme anı ve sizin için dünyanın en mükemmel varlığı kollarınızda. Sizin aracılığınızla dünyaya gelen büyük bir mucize. Ve çok şükür sağlıklı.

İlk ses çıkarma, yürüme denemeleri derken, arkasından kaşıkla koşmalar ve okul öncesi döneminin başlangıcı. İlk uzun süreli ayrılıklar, evdeki kral veya kraliçenin ilk profesyonel sosyalleşme denemelerinin başlaması. 

(Beklentimiz yine çok mütevazi değil miydi o zamanlar: “Okulunu sevsin yeter, öğretmeni sevgisini dolu dolu versin yeter”)

Sonra eyvah ilkokul başlıyor. “Öğretmeni kim olmalı, Okumayı hemen öğrenmeli, İngilizceyi anadili gibi konuşmalı, en iyi eğitimi veren okul hangisi, en özgüvenli yetiştiren okul neresi, piyano da çalsın, gitar da. Yüzmeye de gitsin, tenisten eksik kalmasın. Çocuklara çok boş zaman bırakmayalım ki sıkılmasınlar.”

 (Zamanlarını tek başlarına doldurmayı, kendilerini oyalamayı, yalnızlıkla baş başa kalmayı öğrenemeyen çocukların eline verdiğimiz tablet ve bilgisayar oyunları ve süresiz televizyon saatleriyle çocuklarımızın bambaşka yollara evrilmesi.)

 Halbuki aile oyunları ve anlamlı aile aktivitelerinin bizim ve çocuklarımızın üzerindeki etkilerini görmemiş miydik bebeklik dönemlerinde; yaşamamış mıydık çocukluğumuzda. 

 (Yaşamın staj okulu olan, oyun okulunun sadece teneffüslerden oluşan derslerinde bol bol hayata hazırlanmanın keyfini yaşasak keşke.) 

Ve çocuklarımız için ciddi yaşam oyunları olan sınavlarla tanışmaları. LGS, YKS vs..

Sınav öncesi, sınav esnası ve sonrasında çocukların ve ailelerin yaşadıkları. 

Ya güzel anlar, ya da silinmesi zor izler, yüreklerde yer eden tortular. Özgüven hezeyanları.

Ruh her zaman düşünür diyor George Berkeley. Yani ruh ne yaparsa yapsın düşünerek yapıyor. Hiçbir hareketi rastlantısal değil.

Gergin, kaygılı, depresyona giren öğrencilerin özellikleri araştırıldığında bu sorunu en çok yaşayanların korumacı ve mükemmeliyetçi anne-babalar tarafından yetiştirilen çocuklar olduğu söyleniyor. Sınavın büyüklüğü değil adı bile bu çocukların tabiatlarını bozmaya yetiyor. 

HANİ “SAĞLIKLI OLSUN” YETER Dİ BİR ZAMANLAR..

Anne-baba olarak en başta kendilerini geliştiren, çocuklarını olduğu gibi kabul eden, koşulsuz seven, yere düşmesine değil düştükten sonra kalkabiliyor mu, tekrar deniyormuyu daha çok önemseyen, 15 yaşındaki çocuktan 40 yaş olgunluğu ve tecrübesi beklemeyen bir aile yaklaşımına hangi çocuk karşı koyabilir ki.

Çocuklarımızın gelişim evrelerinde iyi/kötü günlerinde yanlarında olan anne ve babaya ihtiyaçları olacak, profesyonel yaşam koçuna veya buyurgan her şeyin kendi kontrolünde olmasını isteyen şirket patronuna değil. 

Filozof ve psikolog William James “Potansiyelini gerçekleştiremeyen organizma hasta olur” der. Ailelerin en önemli sorumluluğu bence bu. Potansiyellerini gerçekleştirmelerine yoldaşlık etmek. Yol arkadaşlığı yapmak. 

“Olmak” kelimesi varlık durumuna gelmek (doğmak) anlamına geldiği gibi, bir durumdan başka bir duruma geçmek, yetişmek, olgunlaşmak anlamına da gelir. Biz doğan/olan çocuğumuzu şenliklerle kutluyoruz, o ana mutlulukla sevinçle tanıklık ediyoruz ama, yetişmeye başlayan olgunlaşmaya başlayan yani Olmaya başlayan çocuğumuzun bu anlarındaki tanıklığımızda çok da aynı ruh halinde   olamıyoruz. Halbuki karakteri, kişiliği ve potansiyeliyle çocuğunuz o anlarda kendi doğumunu tam olarak gerçekleştiriyor. Ne büyük bir şans o anları görebilmek ve yaşayabilmek aileler ve öğretmenler için. 

Suzy Kassem “Hayatta en kötü şey, sürekli sana karşı çıkan ve senden yana durmayan anne babaya sahip olmaktır. Cesaretini kırar, içine korku salar ve asla uçmaya teşvik etmez” der. Bu duyguyu eminim ki en az bir kere yaşamış çocuklar olarak geleceğin çocuklarına yaşatmayabiliriz. Böyle bir seçeneğimiz, şansımız, zamanımız şükür ki şu an mevcut. 

Evladını kaybeden bir annenin şöyle bir tavsiyesi var. İnsanın içini acıtıyor ama tüm eğitimci ve ebeveynler için içinde önemli bir formül barındırdığını düşünüyorum:  

“Oğlum bugün hayatta olsaydı, ona daha az öğüt verir, onu daha çok dinlerdim.” Ne kadar ağır bir yas, ne kadar kolay bir çözüm.

Kıyasın olmadığı, onları varoluş tabiatlarına göre kabul eden, kendine benzetmeye çalışmayan, tertemiz yüreklerine korku ve kaygı yüklemeyen yetişkin olmak ideali için önce “çocuk olmak” gerekiyor galiba. 

Çocuk olduğumuz o günlere dönüp o çocuğa bir kulak verelim. O çocuk size zaten doğru yolu gösterecektir.


Kaynakça: Doğan Cüceloğlu, Geliştiren Anne Baba

Bahar Eriş, Korkmasaydın Ne Yapardın?

Nurdoğan Arkış, Çocukta Özgüven Nasıl Gelişir?

Birsen Özkan, Mutlu aile Mutlu Çocuk

Dr. Haim G.Ginott, Anne Baba ve Çocuk Arasında