Alper Demir

Üç dikdörtgenler prizmasına (ev, iş, araba) sıkışmış, sanal kimliklerimizin gerçek kimliklerimizin önüne geçtiği, mutluymuş gibi görünmenin gerçek anlamda mutlu olmaktan daha fazla yer kapladığı, güzel gözlerinizi açıp uyandığınız her sabahta, meşguliyetlerimizin zihnimizi esir aldığı ve gelecek kaygısının bizleri robota dönüştürdüğü bu yaşam koşullarında somurtmakta haklı olabilirsiniz belki değerli ebeveynler.

Ancak dünyaya gelecekleri haberini ilk aldığınızda uğruna gözyaşları döktüğünüz, bu heyecanı sayılı yaşayabildiğiniz, gençliğinizin en güzel yıllarını büyük fedakarlıklarla harcadığınız biriciğiniz, kanınız, canınız, evlatlarınıza karşı haklı çıkmak mı, yoksa gerçekten mutlu olmalarını mı istiyorsunuz diye sorsam sizlere?

Ya da ne zaman anne baba olmayı bırakıp akademik koçluğuna başladığınızı?

Aslında şöyle mi demeliydim? Bildiklerinizle haklı çıkmaya çalışırken biriciklerinize, fiziksel olarak var olup, duygusal olarak yok oluşunuzun ne kadar farkındasınız?  Dinlemek neden artık bu kadar zor onları? Hatta burada yazılanları okumak…Tahammül edemiyor musunuz artık? 

Bir baba, mutfakta yıllarca pişmiş bir eğitimci, bir çalışan, bir paydaş ve sürekli öğrenmeye çalışan, genç yaşında birçok yakınını kaybetmiş birisi olarak sizlerden ricam şudur ki:

her sabah onları, hadi hadi hadi ile strese sokarak mutsuz bir şekilde evden uğurlamayı tercih etmektense, herhangi bir nedenle (Allah korusun, uzun ömürler versin dualarım onlarla ama) onu bir daha göremeyecekmiş gibi uğurlamayı deneseniz. Kalbinizin aslında nasıl onlar için çarptığını ve fani dünyanın baş döndürücü hızı için ne hissedeceğinizi düşünür müsünüz?

Hayatta her şey hepimiz için. Eve döndüğüne şükredin. Sarılın sımsıkı. Hatta öyle sarılın ki kalbi sizinkiyle birlikte atıyormuşçasına hissedin sıcaklığını. 

Hayatın bir gerçeği var değil mi? 

Ne diyor bu diyorsunuz. Duyar gibiyim iç sesinizi. Sizinle bunu sonsuza kadar tartışabilirim. 

Onlar için gelecek biriktirmek daha önemli değil mi, anı biriktirmekten, o öyle dediğim gibi olmuyor değil mi? Pardon…

Meslek yaşamımda anasınıfı düzeyinden 12.sınıfa kadar her kademe de çalışmış olduğum için birçok öğrenci ve ebeveyn davranışına şahitlik etme fırsatı buldum.

Bundan dolayı kendimi bu konuda çok şanslı, gördüklerimden sonra yeni nesli ise çok şansız buluyorum.

Anasınıfı düzeyinde bir evladı olan annenin okula kayda geldiğinde ‘’Ne zaman öğrenecek hocam?’’ diye yumruklarını sıkarak hırsla konuştuğu ana, danışmada annesine koşarak mutlu gözlerle ‘’Anne 98 aldım biliyor musun?’’ dediğinde annenin asık bir yüzle ‘’Haydi gel yavrum gel o iki puanı nereden kaçırdığına bakalım’’ diyerek mutluluğunu nasıl elinden aldığına, her kayda gelen ebeveynin çocuğum çok zeki belgeleyebilirim çabasına ve daha sayamayacağım birçok duygusal şiddete, şahitlik etmiş birisiyim.

Başarı dediğiniz şey, ne komşunuzun çocuğunun okuduğu üniversitenin sıralamasında, ne diğerlerinin ne yaptığında, ne 98 den 100 e geçmekte, ne de derecelerde birinciliklerde saklıdır. Başarı biriciğinizin kendini keşfinde saklıdır. Ve kişiden kişiye değişir algısı. Çocuğunuzun kendini keşif yolculuğunda rehberi ve destekçisi olun sadece. Bunu da ancak onu sizden özgürleştirebildiğinizde başarabilirsiniz. Sanırım zor olan da bu.

Ancak tercih sizin. Ya zoru seçip anlık duygu kayıplarınızın cezasını onlardan çıkarmazsınız, kısıtlamalarınızla, öğütlerinizle, ya da kolayı seçer, çıkarırsınız. Ancak zoru seçerseniz ne kendinizi bu kadar yıpratmanıza ne de onun sizden uzaklaşmasına neden olmuş olursunuz. İleride iyi ki zoru seçtiğinizi kendinize söyleyerek güzel yüzünüzün gülümsemesine şahitlik edersiniz.

Duygusal yokluğunuzla, dış faktörlerin (eşyanın, teknolojinin) varlığını kabullenen nesiller yaratıyoruz. Üzülerek söylüyorum bilmenizi isterim.

Bu yolculukta ilk durakta kaygılarınızı indirin ve sevginizi tekrar doldurun çantanıza. Bu yolu duygusal varlığınızı hissederek gitmeye çok ama çok ihtiyaçları var. Sizden ilham almaya. Hobilerini tutkuya dönüştürebilen çocuklar yetiştirelim. Sevinç Atabay Hocamın çok güzel bir katkısı idi bana. 

Dünyaları vermeyin ona, çünkü istediği o değil. Başarısını da başarısızlığını da sizinle paylaşmasına ve o anları sizinle yaşamasına izin verin yeter…

Bırakın sınavdan sonra ağlasın, atsın stresini, ağlamayana üzülün, stresi atamayana. Bırakın müzik dinlesin korur bizden onları…

Lütfen bazı şeyleri öğretmeyi, öğretmeye çalışmayı bırakın artık. Yerçekiminin olmadığı bir ortam var mı?  Yok. Öğrenmenin de olmadığı bir ortam yoktur. Sabırlı olun.

Bırakın zaman öğretsin bazı şeyleri onlara…

Çalmayın kendi yaşamınızdan da…

Ve sevgili gençler:

Çok iyi anlıyorum, gençsiniz, öncelikleriniz farklı.

Acayip beğenmeli herkes her davranışınızı, kabullenmeli.

Anne babalarınız size hiç karışmamalı. Hayat, sizin hayatınız değil mi?

Telefonunuz en iyi markalardan olmalı. Sosyal medyada çok beğenilmelisiniz. 

Dinlemediğiniz dersler sınav öncesi size istediğiniz her zaman anlatılabilmeli. Hemen özel ders kapınızda olmalı. Ve en önemlisi siz kendinizi yormamalı ve başarı kendiliğinden gelip sizi bulmalı. 

Ya da başarılı iseniz, şu an ki seviyeniz yeter değil mi? 

Bilgisayar oyunlarında en iyi siz olmalısınız arkadaşlarınızın arasında. Oyun konsolu daha iyi olmalı değil mi? Ekrana o kadar uzun süre bakmakla göz kaslarınız tembelleşmiyor ve ileride soru okurken dikkatsizliğinize, hiç neden olmaz değil mi? 

Odanıza gitmeli ve hemen kapıyı kilitlemelisiniz, kimse sizi rahatsız etmemeli, telefon ve bilgisayarınız olmalı mutlaka. 

Her kirlettiğiniz çamaşır yıkanmalı, ütülenmeli, yemekleriniz önünüze hazır gelmeli. Her uyandığınızda dağınıklıklarınız toplanmalı ve yataklarınız düzeltilmeli özenle. 

İstediğiniz de paranız olmalı ve her istediğiniz alınmalı. Alınmazsa fedakarlıktan kaçınmayan ailenize yükselebilmeli sesiniz.

İstediğiniz kadar saatlerce uyuyabilmelisiniz. Geceleri geç saate kadar dizi ya da film izlemelisiniz. Daha çok var hayata değil mi? 

Karşı cinsi sevdiğinizde hem de ölürcesine, deliler gibi, anneniz babanız bunu anlamalı. Onun uğruna tek canınızı vermelisiniz. Onunla evleneceksiniz hayalleriniz var kimse engel olamamalı.

Her zor anınızda, hastalığınızda, sabahlara kadar ateşi çıktı mı ki diye saat saat kontrol etmeli, sizin yanınızda olmalı, gençliğinin en güzel yıllarını sizin için harcamalı birileri? 

Her şeyden önemlisi hayat hep böyle gidecek ve yukarıda yaşamınızdan bir kısmını yazabildiklerimi size karşılıksız çıkarsızca sağlayacak, aileniz hep yanınızda olacak değil mi? 

Ölümsüzler ya, siz bilmiyor muydunuz?

Ya da bir dakika bir dakika. Size iki soru soracağım cevabınızı çok merak ediyorum. Gerçekleşmesini asla istemeyeceğim ama sadece size yaşamış olduğunuz ve önceliklerinizin farklılaştığı hayatlarınızda hatırlatmam gerektiğini düşünüyorum. İki senaryo yazacağım şimdi.

Birincisi: Birazdan telefonunuz çalsa, anne ve babanızın herhangi bir nedenle yaşamdan koptuğu haberini alsaydınız, yaşamınızı, geçiminizi nasıl sağlardınız? Hemen şu anda evet evet şimdi. Bakardınız değil mi etrafa boş boş?

Olmaz demeyin. Bu hayatta her şey insanlar, yani bizler için. Bana oldu. Annem Malatya da, çok basite aldığı bir varis ameliyatı olmuştu. Ertesi günü taburcu etmişlerdi annemi. Kardeşim yanındaydı. Aradım anne nasılsın? Çok iyiyim oğlum eve geçiyorum dedi. Sadece ama sadece 20-30 saniye sonrasında, kardeşim ağlamaklı ve feryad içinde aradı beni. Abiiii çabuk gel annem nefes alamıyor dedi. Elimdeki telefonu duvara fırlatmışım üzüntüden. Gözyaşlarımı tutamıyorum bir taraftan Malatya bana 1000 km bir taraftan. Ameliyat sonrası annemi yürütmemişlerdi. Maalesef...Aradım annemin numarasını ve aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor sesi hiç bu kadar acı vermemişti bana. Ve ben sesini son kez duymuştum. Bu nedenle size derim ki, anne ve babalarınızla her telefon konuşmanızı sanki sesini son kez duyuyormuşcasına yapın. (Bırakın saçma nedenlerle sesinizi yükseltmeyi). Telefonunuzun markası ne olursa olsun aldığınız haberdir önemli olan telefonun özellikleri değil. Dilerim sizler hep iyi haberler alın.

Anne veya babasını herhangi bir nedenle kaybetmiş olan öğrencilerimize öncelikle başsağlığı diliyorum. Dualarınızı eksik etmeyiniz onlardan ve gururlandırın onları uyudukları yerde. Dua ettikçe, siz de kendinizi iyi hissedeceksiniz, ben öyle yapıyorum, çok iyi geliyor.

Anne ve babası herhangi bir nedenle ayrı olan öğrencilerimize de sabır diliyorum. Biliyorum ki zor. Ama zorla sınanan, kolaya çabuk erişir çocuklar. Ne zaman ve nerede olursa olsun yine de onlarla geçirdiğiniz her anın kıymetini bilin. Yalnızlığınız erken yaşta başladı sadece.

İnanın hepiniz istemeseniz de, ya da ergen dönem de çok isteseniz de bir gün yalnız kalacaksınız. Önemli olan hangi yalnızlığı tercih ettiğidir. Başkalarına muhtaç bir yalnızlık mı, yoksa muhtaç olunan bir yalnızlık mı? 

Başta kendinizi ve ailenizi, daha az sever oldunuz büyüdükçe. Oturduğunuz eve sığmamaya başladınız. Evde olsanız da sokmadınız onları, kilitlediniz oda ve iletişim kapılarınızı. Halbuki misafirsiniz, aileniz ile yaşadığınız evde. Gideceksiniz, yıllar içerisinde sadece birkaç kere göreceksiniz onları ziyaretlerinizde. Ve yıllar sonra gelseniz de bulamayacaksınız onları oldukları yerde. Bulacağınız tek yer iki elinizin arası, dualarınız olacak. 

İkincisi: Anne ve babalarımız hayatta. Ancak oldu ya herhangi bir nedenle sizi okutacak hiçbir maddi imkana sahip olamasalar artık. İşlerini kaybetseler. Maddi olarak dibi görseler. Bu kadar rahat davranır mıydınız yaşamınızda?

Az önce sizler için yazdıklarıma dikkat ettiyseniz ne büyük konfor değil mi? Sinan Canan hocamızın bir sözü çok yerinde ‘’Konfor insanı çürütür’’… Dünyadaki en konforlu yer mezarlıklardır. Dert yok, tasa yok. Ama zamanla çürürsünüz, demişti. Ne güzel söylemiş. 

Günden güne yaşanan birçok şey, sevgi kapasitenizi, tahammül sınırlarınızı küçültmekte olsa da, içinizin derinliklerinde ne kadar özel çocuklar olduğunuzu, iyiliğinizi, merhametinizi çok iyi biliyorum. Kapasitenizin nelere el verdiğini, neleri başarabileceğinizi. Sorun ne biliyor musunuz, bunu sadece siz bilmiyorsunuz. Kendinizi ve yapabileceklerinizi keşfetme yolculuğu çok zor gelirken, başkaları ve onların öncelikleri, yaşamınızdan çalmasına rağmen, sizlere daha kolay geliyor. 

Elbette özeliniz olmalı ama yaşam çemberinize her şeyin girmesine daha fazla göz yumarsanız, olacaklar bugünlerinizi çok aratacaktır. Artık empati kuramaz, çıkarsız hissedemez oldunuz sevgiyi ve birçok duyguyu. 

Ders çalışmaya bir türlü başlayamayanlar, başlasa da kısa vade de vazgeçenler, çok çalışsa da istediğini yakalayamayacağını düşünenler, odasını, ailesinin sunduğu imkanı beğenmeyen şikayetçiler, sosyal hayatlarını, arkadaşlarını, anlık hazları, öncelik edinmiş olanlar, başkalarının derecesini daha çok önemseyenler, zaman daraldıkça hedef küçültenler:

Güzel kalbini, duygularını ve en önemlisi, içindeki seni, pasla kapladığın o yerden ortaya çıkarmak ve sizlerde güzel izler bırakmak için yazıyorum.

Ve son bir sorum daha size: 

40 Dakika + 10 Metrekare, sizce bir ömür eder mi?

Eder, biliyor musunuz? 

Ama her şey, birbirinden değerli bu iki alana, hiç kimse ve hiçbir nedenin girmesine izin vermeme kabiliyetiniz ile alakalıdır.

40 dakikalar okulunuzda görmüş olduğunuz derslerin içi. O, 40 dakikalara girerken tüm sorunlarınızı kapının ardında bırakın. Dışarıda kalsın. Hiçbir nedenle almayın içeri. Arkadaşlıklarınızı, telefonunuza gelen bir mesajı, sevgilinizi, kızgınlıklarınızı, küskünlüklerinizi, sevinçlerinizi, çıkışta ne yapacağınızı, her şeyi ama her şeyinizi...Hayatınıza odaklanın 10 yıl sonrasına. Bu dersteki dinleme ve anlama kaliteniz, ilerideki yaşam kalitenizi belirleyecek bir an olsun unutmayın bunu olur mu? 

Ne okulunuzu, ne ders anlatan öğretmeninizi, ne anlatılan konuyu değersizleştirmeyin asla ama asla gözünüz de. Her birinden öğrenecekleriniz, şekillendirecek yaşamlarınızı. 

10 metrekareler ise size ait odalarınız. Bazılarımız bu imkana da sahip olamadığını biliyorum. Bir sehpanın altını kitaplık, sehpayı masa yapan ve aynı odada kardeşleriyle sınava hazırlanarak, sese, gereksiz bahanelere odaklanmadan başarıyı yakalamış çok öğrencim de oldu hayatım da. O odanın içindeki çalışma kaliteniz ilerideki yaşama kalitenizi belirleyecek bunu asla unutmayın olur mu?

Aileniz, arkadaşlarınız, telefonunuzu, bilgisayarınızı, aklınızın içindeki bahane üreterek ortaya çıkan erteleme sesini (sonra yaparım), sahip olduklarınızla yetinmeyişlerinizi, tv’deki herhangi bir programı, o kapının dışında bırakın. 10 metrekarenin dışında…

Bu iki alanın içine (40 Dakika ve 10 Metrekare) sadece gelecek hayallerinizi koyun. Ulaşılması güç hayallerinizi. O zaman engel olarak gördüğünüz sizi o masanın başına oturtmayan dürtü ve gözünüzde büyüttüğünüz zor gelen her şey, basamak olarak kalacaktır sadece. Anlatılana ve hayatla bağdaştırarak, örnekleyerek öğrenmeye odaklanın. Formülleri ezberlemektense neden var olduklarını, hikayelerini öğrenin. 

Hiçbir nedenin girmeyeceği ve etkilenmeyeceğiniz alanlarınız olsun bu 40 dakika ve 10 metrekareler.

Tercih sizin. Ya kolayı  ya da zoru seçeceksiniz.

Kolay olanı seçerseniz ileride zor bir yaşam süreciniz olacak ve keşkelere maruz kalacaksınız.

Kolay olan ne biliyor musunuz?

(Tv izlemek, fazladan saatlerce uyumak, bilgisayar oyunlarındaki dereceleriniz için saatlerce ekran karşısında kalarak beden ve ruh sağlığına zarar vermek, ertelemek, bahaneler üretmek, sürekli yenisini istemek, sorumluluklarınızı başkalarının alması, sürekli birilerinin motivasyonuna ihtiyaç duymak, yönlendirmesine ihtiyaç duymak, sosyal medyada fazladan beğeni almak, telefonuna gelen bir mesajla başkalarının derdiyle dertlenmek, o öyle demiş bu böyle demişi iletişim sanmak...vb) 

Zor olanı seçerseniz ileride kolay süregelen bir yaşamınız olur. İyi ki zor olanı seçmişim dersiniz.

Unutmayın ki hayatınızdan geriye kaç yıl kaldığını bilmeden, yeni bir şeye başlamak için geç ya da erken olduğunu kimse söyleyemez. 

Kolay olanlar, keşkelere, zor olan şeyler iyi kilere, götürür sizi...

Yarınlarınıza güvenerek, bugünlerinizi harcamayın. Yıllar sonra geriye dönüp bakacağınız gün, bugün.

Yaşamınızın neresinde ve hangi mevkide olursanız olun, kalbinizden merhameti ve iyiliği eksik etmeyin çocuklar...