Alper Şahin

Evet, gitmesek de gelmesek de orda bir okul var uzakta…

Tüm dünyanın neye uğradığını bilemediği bir durum yaşanırken eğitim paydaşlarının dünyası olan okul da uzakta kaldı, hani şu sabah erkenden kimimizin şikâyet ederek kimimizin büyük bir zevkle yoluna düştüğümüz, şimdi ise hiç gidemediğimiz okul… Kimine göre bireyi topluma hazır hale getiren ve malzemesi insan olan bir fabrika, kimine göre ise kendileri çalıştıkları için çocuklarını bıraktıkları yer, olan okul.

Aslında çoktandır varlık sebebinden ve de tanımından uzaklaşmış, kimi zaman yanlış politikalara kimi zaman kişisel hayallere ve hedeflere kurban edilmiş okul, içerisindeki sistemi bir türlü kurgulayamadığımız birçok deneme yanılma yapıp nesiller tükettiğimiz okul, son süreçte ise çoğunlukla sınavlara hazırlık kurumları haline getirilip bünyesindeki en önemli etkinliğin ise yapılan deneme sınavları olan okul.

Ve nihayet içerisindeki akademik içeriğe evde uzaktan eğitim ile tüm memleketin özellikle de sahada olmayan eğitimcilerin şahit olduğu okul. Müfredat ve sınav olgusunu görmezden gelerek gerçeklikten uzak tanımlamaları ile farkında olmadan zarar bile verebilen bazı eğitimcilerin eğitim ile ilgili yaklaşımları, TV deki yemek programlarının memleketin bazı köylerine gidip o gün en güzel yemekleri pişirtip bir güzel yedikten sonra o köyde neler pişirildiğinden haberdar olamamasına benzemektedir. 

Okul adının nerden geldiğine, tarihçesine ve ilk ne zamanlarda var olduğuna girmeye gerek yok sanki; bu bilgilere artık kolay ulaşılabiliyor. Ben “Okul nedir?” i öğrencilerime sormayı tercih ettim. Velilere sorsak kelimenin içeriğine hangi anlamı yüklediğini bilmeden sadece ‘’Okusun!’’ diye gönderiyorum çocuğumu dediği okula öğrencilere sorunca nasıl cevaplar aldığımıza bir bakalım. Bu arada velilerin “okusun” dediği anlam artık o kadar değişti ki değil veli tüm sistem farkında değil.

Gelin öncelikle şu olağanüstü zamanlarda gidemediğimiz okula normal bir süreçte neden gidiyorduk biraz üzerine konuşalım isterseniz.

Öğrenci cümleleri ile söyleyeyim size birkaç tanesini:

“- Annem istiyor diye gidiyorum.

- Okuyup büyük adam olacağım öğretmenim!

- Arkadaşlarım için geliyorum.

- Teneffüste dolaşmak için geliyorum.

- Ben gelmiyorum gönderiyorlar.

- Meslek sahibi olmak için…

- Okula değil kantine geliyorum. “

Bunlar gerçekten öğrenci cümleleri, tabi cevaplar herhangi bir okuldaki herhangi bir öğrenciye göre değişecektir.

Bu örneklerin devamı o kadar çeşitli ki okula gelme sebepleri bu kadar farklılık gösteren bir topluluğa uzun zamandır aynı deneyi yapıp farklı sonuçlar bekliyoruz.

Sabahın erken saatlerinde ortalama 30 kişilik gruplar halinde sınıf adı verilen odalara koyarak belli periyotlara ayrılmış bir gün teslim ediyoruz çocuklara. Sıralar, yazı tahtası (akıllı oldu), panolar ve vazgeçilmezimiz tarih şeridi, kim bilir yeni bir çağ bile eklenir Korona’dan sonra... Merkezi bir programla görevlendirilmiş öğretmen sınıfa girer kapı kapanır ve gerisi için şöyle bir söz kullanılmaya başlanır “Öğretmenlik vicdan meseledir.”.  Sanki memleketteki tüm sınıflara aynı öğretmen giriyormuş gibi davranılmaya başlanılır. Öğretmen artık tüm sonuçlardan sorumlu kişidir; karakteri, düşüncesi, bilgi birikimi, tutkusu, anlayışı, yeteneği ve hatta alan hâkimiyeti birbirinden farklı olan birçok bireyi tek bir isimde birleştirip hepsinden aynı sonuçları doğuracak bir öğretmenlik yapmasını beklemek gerçekçi olamamakla beraber sistemde ciddi bir sorun olacaktır ki yıllardır oluyor da. Ve başlıyoruz öğretmenleri nasıl eğitiriz diye mesleki seminerler vermeye…  Peki, hangi öğretmenler gelişti! Sadece tutkusu olanlar. Öğretmenlerin eline adeta bir liste verip bu özelliklere sahip olmalısın demeden önce öğretmen ve okul farklılıklarına nesil tükettirmeyecek bir okul tanımı oluşturalım.

Öğretmenleri aynılaştıramayacağımız kesin, gelin öğretmen ve okul farklılıklarını minimize edecek sistemi önce kuralım özellikle de temel eğitimde.

Şimdi gelelim son günlerin moda terimi Uzaktan Eğitime: Olmalı, olmamalı ya da tuttu tutmadı hatta ya tutarsa bile duydum sanki. Yine bir deneme yanılma sürecine mi girdik yoksa, tutarsa artık böyle devam edelim der gibi olduk. Aldous Huxley’in sözü geliyor insanın aklına “Deneyim, bir insanın başından geçenler değil, başından geçenlerden yaptığı çıkarımlardır.”     

Umarım biz de aciliyetten başladığımız bu uzaktan öğretim sürecindeki deneyimlerden mantıklı çıkarımlar yapabiliriz.

Neden bir tercih yapmamız gerekiyormuş gibi hava yaratıldı onu da anlamış değilim. Aslında memleketçe sürekli yaptığımız bir hata oldu yine, eğitim öğretim ile ilgili herhangi bir konuyu konuşurken kademelere göre ayırmadan konuştuk, bazı üniversitelerimiz uzaktan eğitimi yeni duyar iken bazı okullarda ise neredeyse kreş çocukları için uzaktan eğitim olabilir mi konuşulmaya başlandı.

Örgün eğitimin paydaşlarından eğitim sistemi, öğretmen, öğrenci ve veli şu sıralar teknoloji kullanımı ile test ediliyorlar, uzakta kalan okullarına uzaktan eğitim ile devam ederek, aslında öğretmenler tarafından bakarsak öğretim teknolojileri testine tabi tutuldular adeta. Yaklaşık 5-6 yıldır akıllı tahtalarla süslediğimiz sınıflarımızda ders yapan öğretmenlerimizi Korona virüs kaosu teknolojik teste tabi tutturdu, öğretmenlerin teknoloji birikimini öğrenmek için kaos gerekti sanki. Halbuki öğretim ve teknoloji çoktan entegre edilebilmeliydi birbirine, hazır tahtalar bile akıllanmışken biz de aklımızı başımıza almalıydık.

Peki, neden öğretmenlerimiz öğretim teknolojisinde birikim sorunu yaşadı ya da yaşadı mı? Yaşamadı diyenleri duyar gibi oldum ama emin olun siz yaşamayanları gördünüz ki zaten yaşamadıkları için gördünüz sosyal medyada.

Öğretmenler kendilerinde öğretim teknolojisi yetisi oluşturmalı mıydı? Bu da ayrı bir tartışma konusu, sistem buna zemin hazırladı mı?

Öğrenmenin gerçekleşmesine sebep olacak en temel etmenlerden biri mecburiyettir, özellikle dil öğretim uzmanları kendi alanlarındaki en verimli öğrenme etmeninin dile maruz kalma zorunluluğu olduğunu söylerler, tıpkı şimdi birçoğumuzun öğretim teknolojilerini öğrenmeye maruz kalması gibi. Öğretmenlerimiz normal eğitim öğretim süreçlerinde sistemden kaynaklı teknoloji kullanmaya çok mecbur kalmadı, aslında daha çok içerik geliştirmeye mecbur kalmadı desek daha doğru olur. Evet, belki sınıflarımız akıllı tahtalar ile donatıldı belki seminerler verilerek öğretim teknolojisi araçları anlatıldı ama teknolojik öğretim materyalleri hazır olarak verilen hiçbir öğretmen ayrı bir teknoloji tutkusu yoksa bunları öğrenmeye gerek görmedi.

Çünkü öğretimde kullanacakları teknolojik içerik sürekli hazır verildi öğretmenlerimize, yayınevlerinin ücretsiz sunduğu Z (interaktif) kitaplar indirildi akıllı tahtaya, birkaç tuş ile dersler oradan güzel güzel işlendi hatta bu sistem defter kültürünü de kaldırdı çünkü artık sadece akıllı tahtalarımız değil akıllı defterlerimiz vardı. Öğrencilerin önlerinde ve tahtada aynı sayfa, artık müfredatı yetiştirme sorunu da kalktı ortadan, tuş ders anlattı, tuş soru sordu ve soruyu da tuş çözdü. Eğitimdeki teknolojik ilerlemeyi bu hale getirdik umarım uzaktan eğitimi de bu hale getirmeyiz, tabi ki burada sorumluluk ne öğretmene ne yayınevine verilebilir. İyi kurgulanmamış sitemde bunlar gayet doğal davranışlardır.

Burada aslında çok önemli bir olgu da var, uzun yıllardır memleketin birçok okulunda birkaç yayın evinin akıllı defter sunumu ile dersler işleniyor yani birçok öğretmenimiz kendinden bir şey katmadan devam ettiriyor derslerini. Genel bir ortalama olarak ele alırsak tabi. Bu da bir eğitim öğretim gerçeğimiz maalesef.

Uzaktan eğitim konusunda birçok öğretmen, okul, eğitimci ve bakanlığın müthiş bir emek sergilediği şu günlerde, uzaktan eğitimi savunmak ya da savunmamak gibi tuhaf ayrımlara girmek yerine teknolojinin eğitimdeki araç rolünün öğrenme sürecine entegre edilmesi gerektiğini artık ciddi ciddi düşünmemiz gerekiyor ve de “öğrenme” kavramı da yeniden gündeme gelmeli sanki.

Uzaktan öğretiyoruz ama uzaktan öğreniliyor mu? Ve de bunu sağlamak için neler yapılabilir.

Öğrenme bir süreçtir ve süreç içeren olgular gerçekleşirken bulundukları şartlara göre farklı araçlar, ortamlar ve materyaller kullanılabilir. Bu süreçte asıl önemli olan neyi, nasıl ve neden öğrendiğimiz kurgusunun en verimli hale getirilmesidir. Amacı kurgusu ve içeriği iyi hazırlanmış öğrenme konusu için, bazen mekânın bile önemi kalmaz. Okul dışı öğrenme ortamları kavramı yeni bir kavram değildir. “Öğrenmenin en iyi yolu nedir?” i bulabilmek için “Öğrenememenin sebepleri nedir?” in üzerinde durulursa öğrenme sürecini kişiye göre en verimli hale getirmiş olabiliriz. Uzaktan eğitim babında bakarsak amacımız noktasal bir öğrenme ise yani sadece herhangi yollarla bir bilgiyi sunmak ise bunu uzaktan eğitimle de yapabileceğimizi gördük. Ama okul kavramı bilginin amaçsızca sadece sunum yapıldığı yer olmamalıdır.Birçok eğitimcinin uzaktan da oluyor demesi okul kavramının içeriğinin nasıl boşaldığını göstermektedir çünkü şu an olan şey bilgiyi direkt vermekten başka bir şey değildir işte normal süreçte de sadece bilgi sunmak okullarımızın en temel özelliği haline gelmiştir.

Online eğitim yapabilmek müthiş bir değişimdir ama bunu yapabiliyor olmak (ki yapabildiğimiz ciddi tartışılır) asıl temel sorunlarımızı unutturmasın bize, online eğitimin bu hali korona süreci ile yapılmadı, uzun süredir yapılabiliyordu zaten.  TV’ lerimizde ilk defa dersler anlatılmıyor TRT yıllar önce de yapıyordu bunu. Yeni bir keşif gibi sunmayalım lütfen! Bu durumu Parlatılmış nesne sendromu haline getirmeyelim ki Uzaktan eğitim, eğitimden uzaklık haline gelmesin!

Uzaktan eğitimde ortaya çıkan başka bir gerçek var ki, normal eğitim öğretim süreçlerinde sadece akademik ders bekleyen veliler ve öğrenciler topluluğu yaratmışız yıllarca. Tabi orta ve üst kademede daha çok… EBA’dan ödev gönderen, Whatsapp’ta soru çözen öğretmen aradı herkes bu uzaklık günlerinde, okul ve öğretmen tanımını ne kadar yitirdiğimizin gerçekleri ortaya çıktı. Normal süreçte de okullarımızda, özellikle de son yıllarda idareden bolca deneme sınavı yapması öğretmenden de sadece akademik ders anlatması isteniyor.

Eğitimi nasıl yaptığımızın önemi kademelere göre değişkenlik gösterir ama ne için yaptığımız tüm eğitim kademelerinin başrol problemidir. “Ne için?” tanımı derinlemesine yapılmalıdır. Uzaktan da olsa yakından da olsa eğitim öğretim sürecinde önemli olan ve de öğrenme zemininde var olması gereken istek, ihtiyaç ve içeriktir. Yıllardır yoğun program içeriği uygulayarak öğrenilmiş çaresizliğe uğrattığımız ve matematikten nefret ettirdiğimiz ilkokul öğrencilerine sonra da matematiği nasıl sevdirelim diye türlü makaleler yazdık örneğin.

Artık masamızda üzerinde ciddi ciddi durulması gereken ve yeniden tanımlaması gereken bir okul kavramı var umarım masanın etrafında akıl birliği ile toplanabiliriz. Çocukları istemedikleri 40 dakikalara hapseden sistemi değiştirip, kime nasıl 40 dakikalar tasarlayabiliriz? in üzerinde duralım.

Okul en temel haliyle öğrencinin kendini gerçekleştirebildiği, öğretmenin ise herhangi bir yöntemle ama özgürce öğrenciyi keşfettiği ve yönlendirdiği bir sistem olmalıdır.

Temel eğitimdeki en önemli gelişmişlik kullandığınız teknolojik araçtan çok öğrencinin doğru keşfidir.

Eski ve yeni kavramlarını kavga ettirerek değil, birbirine entegre ederek okul tanımı yeniden kurgulayalım dünyanın tıpkı bir esnaf gibi kapalıyız yazısı astığı bu süreçte, bakış açılarımızı ortaklaştırıp gerçeklik penceresinden bakmayı öğrenelim, yıllarca yaptığımız günlük çözümleri yarının sorunları haline getirmeyelim, kavramları kendi düşüncelerimize göre tanımlamaktan ve kendi kurduğumuz eğitimsel hayalleri tüm topluma uygulamaktan vazgeçelim. Zemini iyi hazırlanmayan olgular yıllar sonra kaybedilmiş nesiller ortaya çıkarmıştır hep.

Yeterliliğimiz ve hedefimiz geleceği doğru tahmin etmek değil, her koşula çabuk hazırlanıp adapte olabilmek olsun. Son süreçte dünya bize gösterdi ki gelecek çok da kolay tahmin edilemiyor.

 

Alper ŞAHİN

Eğitimci yazar/Matematik öğretmeni

@aalpersahinn

alpersahin40@gmail.com