Ömer Orhan

Türk Dil Kurumu’na göre sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan doğru kimseye dürüst deniyor.

İnsan, dünya üzerinde en akıllı varlık olduğuna, düşünerek hareket ettiğine göre doğruluktan ayrılmaması en beklendik davranıştır. Ancak böyle olmuyor. Nedense çoğu zaman “içgüdüleri” aklının önüne geçiyor. Maddi çıkarları ve özellikle de egosunu doyurmak için her türlü akıl dışı işi yapıyor.

Toplumlar bir arada, barış ve huzurlu yaşayabilmek için binlerce yılda birçok toplumsal kural oluşturmuş, bazılarını da kanunlarla çerçeveleyerek mutlak uyumluluk aramışlardır. Yaptırımları ya da cezaları olmayan bazı kurallar ise ahlaki bağlamda değerlendirilmiştir. Toplumun her alanında oluşturulan ahlaki temeller için prensipler belirlenmiş, davranış kriterleri saptanmış ve insanların huzurlu şekilde yaşaması için sorumluluklarını yerine getirmesi beklenmiştir.

“Ahlak ve üçkâğıtçılık, terazinin iki ayrı kefesinde yer alır, biri çıkarsa diğeri iner.” demiş Eflatun. İnsan, terazinin hangi kefesinde yer alacağına kendisi karar verir ama bu kararından her zaman memnun kalması gerekmez. Immanuel Kant, “Ahlak, tam olarak bize nasıl mutlu olacağımızı gösteren bir doktrin değildir, fakat o bize mutluluğa, nasıl layık olabileceğimizi öğretir.” diyerek, insanın seçimlerine işaret eder.

Bu öğretileri unutmayanlar da var ama maalesef her şey mubah günümüzde! Yaşam, her geçen gün biraz daha görece oluyor sanki? Size de öyle gelmiyor mu? Her insanın kendine göre bir düşüncesi, bakış açısı olması son derece normal ama binlerce yıldır ortak oluşturulan ahlaki kavramlar, değerler ya da başka bir deyişle etik ne olacak?

  • Toplumsal değerlere, etiğe ya da ahlaka uygun hareket edelim, kuralların dışına çıkmayalım ama bu sefer benim dediğim, benim düşündüğüm olsun!
  • Böyle olmasında ne sakınca var ki?
  • Bir defadan bir şey olmaz.

Minareyi çalan kılıfını uydururmuş. Ne yazık ki son yıllarda vicdanını serinletenlerin yani kılıf uyduranların sayısı giderek artıyor. Bu durum özellikle de az gelişmiş ülkelerde daha yoğun yaşanıyor. Böyle devam edersek tüm değerlerimiz ve etik yeniden şekillenecek, şekillenmek zorunda kalacak.

Sonunda mı? Sonunda bozulma o kadar yoğun yaşanacak ki yeniden başa dönülecek diye düşünüyorum. En başa!

Etik sözcüğü Yunanca “karakter” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türetilmiştir. Ethos’tan türetilen “ethics” kavramı da, ideal ve soyut olana işaret ederek, ahlak kurallarının ve değerlerinin incelenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda etik, toplumda yaygın olan ahlak kurallarından daha özel ve felsefidir. (Fromm, 1995 XXVI)

İnsanın ahlakı elbette yaptığı işlerde kendisini gösterir. Bir başka deyişle insan karakterini, ortaya koyduğu işlerle de yansıtır. Bu anlamda etik sözcüğünün, karakter anlamına gelen ethos sözcüğünden türemesi anlaşılabilir bir şeydir. O halde sağlam bir karakter oluşturmak ve saygı görmek istiyorsak etiğe de dikkat etmek gerekir. Her işin kendine ait doğruları, yanlışları, usul ve esasları olduğu gibi kendine has bir etiği de bulunmaktadır.

Etik yerine kullanılabilecek başka sözcükler de olabilir mi acaba; örneğin oyunun kuralı ya da argoda racon ve elbette ahlaklı olmak. Sözcükler ne olursa olsun hepsinin birleştiği anlam toplumsal bir kabulü ve anlayışı işaret etmektedir. Peki, binlerce yılda oluşturulan bu kabul, artık değişiyor mu? “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” derken, sanırım Herakleitos bu değişimi kastetmemiştir.

Peki değişim nerede, ne zaman olur? Okulda mı, ailede mi?

Okul, bilginin kaynağı, eğitim ve öğretimin merkezi.

Aile, temel değerlerin ve terbiyenin verildiği ilk yer. Bu anlamda bir çocuğun gelişiminde, okul ve ailenin yeri yadsınamaz.

Bu gelişimdeki tüm dokunuşlar, müdahaleler ve eylemler doğru olarak yapılıyor mu bunu bir örnek üzerinden inceleyelim.

Bir bebek gözlerini dünyaya açtığında, ailesi için paha biçilmez bir değerdir. Onu en iyi şekilde yetiştirmek için çaba gösterilir. Okula başladığında her öğrenilen yeni bilgi tüm aileyi heyecanlandırır. İlk ödevler geldiğinde ise ev halkı seferber olur. Önceleri basit ödevler, sonraki yıllarda daha karmaşık projeler ve diğer ödevler... Anne, el işi maharetleriyle destek olur çocuğuna, baba mühendislik becerilerini gösterir! Hatta basit bir ev maketi ödevinde bile mimarlık ofislerinden yardım alınarak, ödev en muhteşem haliyle okula teslim edilir! Öğretmen de mimari ofise ya da babaya not verir! Aslında çocuk bu projeden değerlendirilmemiş olur. Başka bir deyişle sorumluluk yerine gelmemiştir. Aman boş verin, hiç üzerinde durulacak bir konu değil, komşumuz, kardeşimiz, arkadaşımız da benzer davranışlarda bulunduğunu bizimle paylaşmıştır. Bu durumda bizim yapmamızda da bir sakınca yoktur! Herkes bu şekilde davranmaktadır. Çocuğunuza “yardım etmenin” ne sakıncası olabilir ki değil mi?

İlkokul yıllarında “masum” yardımlar alan çocuğun ileriki yıllarda ödevlerinin şekli/içeriği değişir. Artık ondan bilgiye dayalı “araştırma” yapması beklenir. Elbette anne ve babalar beklentiye karşılık vermekte gecikmez. Hemen internetten arama motoruna aranan sözcük girilir ve bir sürü, -aynı içeriklerin kopyalandığı, güvenilirliği tartışılacak olan- adres dökülür. Tık… Artık bilgi önünüzde, şöyle hızlıca bir göz gezdirme, metni kopyala ve yapıştır. İstenirse birkaç fotoğraf ya da grafik ekle, bir de ödeve kapak. İşlem tamam! Bu kadar basit… Bu arada öğrencinin kendisine sorduğu ya da ebeveynin çocuğuna sorduğu hiçbir soru yok. Her şey yolunda... Ödev öğretmene teslim edilmiş, bu anlamda “sorumluluk” yerine gelmiştir. Hatta aileden övgüler de gelebilir, çünkü bir sürü iş bitirilmiş, bilgisayar iyi ki alınmış ve okul için, eğitim, öğretim için kullanılmıştır.

- Aferin bizim çocuğa, bilgisayar konusunda çok becerikli kaç sayfa ödevi 1 saatte bitirdi maşallah!

Üniversite yıllarında da durumda pek fazla değişiklik olmaz, çocuk artık kocaman bir genç olmuş, kendi başının çaresine bakmayı iyice öğrenmiştir. Yüksek lisans ve doktoraya kadar iş varır. Böylece iyiden iyiye bir övünme, sonuçtan duyulan memnuniyet oluşur. Yabancı dilde öğrenildiğine göre doktora kolaylıkla geçilecektir. Dünya büyük, kaynaklar çok, seçilecek konuya göre bunu daha önce araştırmış insanlar nasıl olsa bulunacaktır. Eee elbette bu konuda deneyimde mevcut. Amerika’yı bir daha keşfetmeye ne gerek var değil mi? Hatta tam istenildiği gibi bir kaynak bulunması halinde, olduğu gibi kaynağı al ve altına kendi adını yaz ve sun! İşte bu kadar, gelsin doktora diploması.

Bu işin devamında profesörlükte var ve sanırım aynı proses işliyor ve pek bir değişiklik de yok. Elbette tümü böyle değil, elbette aklını yoran, bilimsel temellerde araştırma yapanlar çoğunlukta. Ben sadece yarattığımız örnekten ilerliyorum bunu tekrar hatırlatmak istedim.

Sonra, iş hayatı… Burada da geçmişe, ortaya çıkartılan işlere ve o işlerin kalitesine bakılmaksızın alınan görevler oldu mu işte zincirin tüm halkaları birleşmiş oldu. İşlem tamam. Peki, binlerce yılda oluşan ve hiçe sayılan ahlaki yaklaşımlar ne oldu? Alın teri dökülmüş, uykusuz geceler geçirilmiş, zaman ve paralar harcanarak oluşturulmuş insanların emekleri nerede?

Sonuçları ne olursa olsun çocuklarımıza bilimsel araştırma yöntemleri ile araştırma yapmaları gerektiğini, izni olmadan birinin fikirlerini kullanmanın da hırsızlık olduğunu öğretmek gerekir.

Özet:

Anne ve babalar çocuklarına yardım ediyorum derken sorumluluklarını üzerlerinden almamalıdır. Ödev, bir görevdir ancak sorumluluk yaşamsal bir gerekliliktir. Çocuklarını hayata doğru hazırlamak isteyen anne ve babalar nereye kadar yardım edeceklerini bu bağlamda iyi düşünmelidir.

Okullar, düşünme ve sorgulama becerisinin geliştirildiği, bilginin edinilmesinden, kullanılmasına kadar tüm süreçlerde akademik dürüstlüğün öneminin vurgulandığı, kazandırıldığı yerler olmalıdır. Eğitim süreçlerinde ahlak göz ardı edilirse kaba saba ve ahlaksız bir toplum yaratılmış olunur. İnsanı, diğer canlılardan farklı ve özel kılan şey aklı ve ahlakıdır. Aklını, duygusal zekasını, evrensel değerlerini ve ahlakını yitirmiş birine “insan” da demiyoruz! Bazı temel değerler var ki bireye bir yarar sağlamadığı düşünülerek göz ardı edilebilir. Eğer toplumu ayakta tutan ve birlikte huzur içinde yaşanmasını sağlayan bu değerler yok edilirse tüm toplum enkazın altında kalır.

Unutmayalım, etik “ithali” mümkün değildir…  

Ömer ORHAN

Twitter: @omrorhn