Dilek Karaçelik

Türkiye’de eğitim üzerine yapılan eleştirilerden biri “icat çıkarma” söylemi hakkında. Bu bakış üzerine genelde şunları duyarız: Kaliteli bir eğitimimiz olsaydı bizim de dünya ile yarışacak markalarımız olurdu. Kendimize ait ne bir uçak, ne bir araba markası var. Var dediklerimizin de ana parçalarını ithal edip birleştirerek bize ait diyoruz.  Geçmiş tarihte yapılmış olan güzel işlere sırtımızı yaslamış sadece geçmişimizle gururlanıyoruz.

Elbette fikirlerin ortaya koyulması, bu fikirlerin eleştirilmesi son derece doğal. Ancak tüm bunlar için dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var. Eğer onca eleştiriden sonra konuyla ilgili herhangi bir çözüm öneriniz ya da bir faaliyetiniz yoksa bütün bu söylemlerin de pek bir hükmü kalmaz. İş değil laf üreten birey konumunda kalmış oluruz. Nitekim atalarımızın da dediği gibi “Lafla peynir gemisi yürümez”.

Bu cümlelerden hareketle meseleyi biraz da öğretmen gözüyle açalım. Son yıllarda Millî Eğitim sisteminde onca değişiklik ve yenilikler yapıldı. ”Artık düşünebilen, sorgulayabilen, üretebilen nesiller yetiştirmeliyiz. 21.yüzyılın gidişatına uygun bir yapıya bürünmemiz gerekir.” söylemlerini ve icraatlarını görüyoruz. Değişen müfredat yapısı incelendiğinde de bunu görmek mümkün. Yeni nesilleri yetiştirecek olanlar öğretmenler olduğuna göre öğretmenlerin bilgi ve becerileri bu konuda  önemli bir noktayı teşkil ediyor. Bu sebeple Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde ve farklı kurum ve kuruluşlarca yapılan sayısız öğretmen eğitimleriyle öğretmenlerin mesleki yeterlilikleri güçlendirilmeye çalışılıyor. Geçmiş zaman dilimleri ve şimdiki süreç incelendiğinde bu konu ile ilgili önemli çalışmalar yapıldığını görmek ve dile getirmek gerekiyor. Bilgiye ulaşmanın artık hiç de zor olmadığı şu süreçte ülkenin dört bir yanında çalışan öğretmenler büyük bir heves ve çabayla bir yandan öğreniyor bir yandan öğrendiklerini uygulamaya çalışıyor. Artık eskinin aktif öğretmen, pasif öğrencilerinden oluşan sınıflar değil öğrenciyi merkeze alan sınıf ortamları oluşturuluyor okullarda. Tüm bu çalışmalara kimi zaman özgün kimi zaman yurt dışından güzel ve anlamlı yaklaşımlarla yeni eğitim stratejileri uyguluyor öğretmenler. Sınıflar çeşitli eğitim materyalleri ile dolup taşıyor. Buraya kadar her şey güzel. Peki, onca atılım onca emek icat çıkarmaya vesile olacak mı ya da oluyor mu? Hatta muhakkak biran evvel  icat mı çıkarmamız gerekiyor?

Belki de “icat çıkarma” ne demektir, hangi aşamalarda ne şekilde olur sorularına cevap aramak gerekiyor. İcat bir sondur. İcatlardan önce neler olur, nasıl bir alt yapı ve çalışmaları gerektirir? Kendimize ait dünyaya hükmedecek icatlarımız olmazsa çok şey mi kaybetmiş oluruz? İcadın öncesini düşünmeden kendisini istemek yanlış bir tutumdur. Konu icat meselesine gelince bazı çalışmaları taklit olarak görüp yine hazırda olan olumsuz eleştirilerimizi sıralayıveririz. Oysa gerçekten taklit olan çalışmalar icatların ön çalışmalarıdır. Yani tekrarlamadır. Yaratıcı Tür kitabının yazarlarından Davıd Eaglaman der ki; “Tekrarlama, bizi tahminlerimizde daha güvenli ve eylemlerimizde daha verimli kılar.”  Taklit çalışmalar aslında öğrenmenin gerçekleştiği süreçlerdir. Yapılan taklitler yepyeni bir ürüne dönüşmüyorsa,  yerinde sayan bir noktada takılıyorsa eğer bunu eleştirmek daha anlamlı olabilir. Peki, taklidin ötesine nasıl geçilir? Biz öğretmenler sınıflarımızda bu noktalara dair neler yapıyoruz?

Dediğimiz gibi artık öğretmenler öğrencilerinin daha çok konuşup, sorgulama yeteneklerini geliştirecek eleştirel bakış açılarını oluşturacak tutumlar sergilemektedir. Artık hayal gücünün önemini, fikirlerin rahatlıkla ifade edilebilir olma gerekliliğinin farkındayız. Bunlar için de çok çalışıyoruz. Öyle ya hedefimiz icat çıkarmak. Sınıflarımızdaki hayal gücü gelişen, özgürce düşünüp ifade edebilen öğrenciler bu özelliklerini bir ürüne dönüştürebiliyor mu? Sadece düşünmek ve konuşmak yeterli midir? Öğretmenin ders işlerken ortaya koyduğu materyallerle öğrenen, öğretmenin tasarladığı ders planları ile ilerleyen öğrencilerin icat çıkarması mümkün müdür? Belki çoğumuz bol materyalli, bol örnekli, eğlenceli, oyun oynayarak işlediğimiz derslerimiz ile kendimizi iyi hissediyor olabiliriz. Çünkü bu noktalara gelmek için bu işleyişe önem vermeyen, anlamayan kimselerin engellemeleri ile karşılaştık yıllarca. Neyse ki dünyadan bunun önemine dair sesler duyulup, çalışma örnekleri görüldü de bizler de onay alabildik bizim konuşanlardan! Her ne kadar bu konuda haklı çıkmış olsak da aslında dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta var. Eğer öğrenci öğretmeninden öğrendiğini, gördüğünü uygulayıp yeni bir forma çeviremiyorsa çok uzun sürecek olan taklit sürecinden de çıkamayacak demektir. Özgün düşünüp düşüncelerini yepyeni noktalara yönlendiremiyorsa ileride ya da süreç içerisinde herhangi bir icat da çıkartılamayacağının ön sesleridir bunlar. Elbette icat çıkarabilmenin tek yeri sınıflar değildir. Hatta ilk yeri de değildir. Çocuğun yaşadığı ortamı, ailesi, geçmişi ve ekonomik şartların da bir araya gelmesiyle ön koşullar sağlanmış olur. Öğretmenlerin bulunduğu noktadan bakmaya devam edecek olursak hiçbir icadın mucizevi bir şekilde olmadığını öncelikli olarak bilmemiz gerekiyor. Eğer yenilik, üretkenlik ve icat istiyorsak demokratik bir sınıf ortamı kurarak her öğrencinin konuştuğu, değer gördüğü sınıf ortamları oluşturmalıyız. Ancak o zaman onların zihinsel yolculuk yapmalarına fırsat tanımış oluruz. Bu yolculuk ile hayal güçlerinin sınırlarını zorlayarak önce konuşacak sonra bir ürüne çevirecekler.  Ürüne çevrilmemiş her fikir her hayal sadece zihnin koridorlarında kendine bir yer bulmuş olur. Oysa her fikrin her hayalin dışa aktarılıp vücut bulması gerekiyor. Unutulmamalıdır ki ortaya çıkan ürünler ilk prototipiyle kalıyorsa ve daha sonradan özgün bir forma çevrilmiyorsa ileride bir icat beklemek de bizim için bir hayal olur..

Herkes  kendi adına şunu düşünmelidir: Ülkemize ait icatların olmasını isterken ben bunun için neler yapıyorum? Bunun için çalışan kimseleri ne derecede destekliyor ve önemsiyorum. Bir anne, baba, yönetici, memur, işçi, mühendis vs. olarak bu manada hizmet verebiliyor muyum? Ama en önemlisi sadece istiyor, sadece olumsuz  mu eleştiriyorum? Bu soruları düşünürken yaratıcı insanların yaşadıkları toplumların sosyokültürel yapılarını araştırmak ilk adım olabilir. Çünkü kültürel yapımız bizi besleyen en önemli noktadır.

DİLEK KARAÇELİK

Sınıf Öğretmeni