Sefer Yürük

Anadolu liseleri arasındaki akademik seviye farkı doğal olmalı, her okul kendi seviyesini kendisi yaratmalı. Fen Lisesi, Bilim Lisesi, Teknoloji Lisesi, Çok Programlı Lise ve özel yönetmeliği olan liseler biçimindeki doğal olmayan yapılanma diğer okullarda heyecan kısırlığına neden oluyor, merkezi seçme sınavlarını kaçınılmaz kılıyor, eğitim ve öğretime adeta duraklama dönemi yaşatıyor. Bu yüzden farklı amaçlara yönelik olarak oluşturulan ve amaçları doğrultusunda donatılan okullardan Meslek Lisesi, İmam Hatip Lisesi, Güzel Sanatlar Lisesi, Spor Lisesi ve Anadolu Lisesi biçimindeki ayırım yeterli görülmeli.

Başarılı öğrencilerin belli okullarda toplanmaları başlangıçta mantığa doğru bir uygulama gibi geliyor, ama değil. Doğal olmayan bu tür okul yapılanmasının alanda olumsuz yansımalarına tanık oluyoruz. Yıllardır bu yanlış neden sürdürüldü, bir anlam veremiyorum. Bugün geldiğimiz yer iyi mi? Bu okulların geriden gelen öğrencilerin hayallerini süsleyen bir okul olmalarının yanında, öğrencilerinin istedikleri üniversiteyi kazanmalarının ötesinde gözle görünür bir getirisi var mı? Sahip oldukları seviyeye “Bu okullardaki öğretmenlerin başarısıdır” diyebiliyor muyuz? Emin değilim! Çünkü bu okulların fiziki yapıları aynı, öğretmen kadroları aynı, yöneticileri aynı, donanımları aynı… Öyleyse ayrı olan ne? Meslek lisesi ile Anadolu liseleri arasındaki fark bellidir.  Ancak Fen Lisesi ile Anadolu lisesi arasında ne fark var? Seçilmiş öğrencilerin akademik seviyesinden başka bir üstünlükleri yok! Bu durum sadece bu okullara seçilen öğrenciler üzerinde değil, tüm öğrenciler üzerinde olumsuz etki yapıyor, onların hedeflerini daraltıyor. Başarılı öğrencilerle ilgili beklentilerimiz eriyip gidiyor.

Galiba bu okullarda öğrencilerin daha başarılı olacağı düşünülüyor. Oysa bu yaklaşım tamamen yanıltıcı. Buna gerek yok ki, bu öğrenciler zaten başarılı. Üniversiteyi kazanma oranları bilinen bir gerçek. Onları açık öğretime gönderelim yine aynı başarıyı orada da göstereceklerdir. Bu okulları ve öğrencilerini yakından tanıyorum, on beş yıl görev yaptım; bulundukları okulun havasını teneffüs etmek onlara fazla bir şey katmıyor. Dahası o okullarda öğretmenler öğrencileri yönlendirmiyor, öğrenciler öğretmenleri yönlendiriyor. Örneğin ödev almadan öğretmenleri kolay kolay sınıf kapısından çıkarmazlar. Onlar için okul birinciliği bile fazla değerli değil, bilirler ki sadece bir öğrenci okul birincisi olacak, bu yüzden odaklandıkları üniversitenin istedikleri bölümünü kazanmaları için okul birinciliğinden gelecek puana gereksinim duymazlar. Karşılarında aynı türdeki öğrencilerin dışında rakiplerinin olmadığının farkındalar. Anadolu liselerini rakip bile görmüyorlar. Çünkü birinci tercihlerini kazanacaklarından çok eminler. Çünkü onları akademik anlamda okullar yönetmiyor, onlar okulları yönetiyorlar. Sanıyoruz ki, bu okullar çok başarılı! Galiba öğrencilerin akademik başarılarına haksızlık ediyoruz.

Anadolu Liseleri merkezi sınav sistemiyle motor rolü oynayacak öğrencilerden arındırılıyor.

“Onlar birinci lig takımı, biz onlarla yarışamayız. Çünkü biz ikinci ligde yarışıyoruz.” Bu algıyı yok etmeden ne okullar eşitlenebilir ne de merkezi sınavlar kaldırılabilir. Oysa en geçerli çözüm tüm Anadolu liselerine girişi merkezi sınavlardan soyutlamaktır. İlkokuldan ortaokula geçiş nasıl oluyorsa, ortaokuldan liseye geçiş de aynı olmalıdır. Merkezi sınavlar eğitimin gündeminden düşmeli. Her Anadolu lisesinin kendi öğrencisiyle, kendi öğretmeniyle, kendi donanımıyla, kendi çevre koşullarıyla ön plana çıkmasına izin verilmeli, kendi kendilerini yaratmalarının önü açılmalıdır.

Anadolu liselerindeki öğrencilerin hedeflerinin daraldığını söylemiştim, başa güreşme umutları büyük ölçüde hasar görüyor. Kendi okullarında derece yapan öğrenciler hayalini kurdukları fakülteyi birinci tercih yazsalar bile kazanacaklarından emin olamazlar. Emin olanların sayısı çok az olur. Onların çoğunluğu da okul birincisidir. Böyle olmasının önemli sayılabilecek iki nedeni vardır. Birincisi kendilerinden daha yüksek puanlı öğrencilerin toplandığı okulların gerisinde kalma kaygısı, ikincisi de rekabetten uzak olmaları nedeniyle hayal kurmamalarıdır; arkadaşlık, kardeşlik, dostluk ve paylaşma duygusu gibi değerlerin rekabeti gölgede bırakmasıdır…

Burada kişiler arasında rekabetin varlığını savunurken, yanlış anlaşılmasın, eğitim kurumları bağlamında tam tersini düşünüyorum. Bu kurumlar arasında kesinlikle rekabet olmamalı, rekabetin yokluğundan kaynaklanan boşluk paylaşımla doldurulmalı. Ancak bu paylaşım bölüşme anlamında değil; aynı yöntemi, aynı materyali, aynı kaynağı paylaşma ve uygulama anlamında olmalı. Okullar arasındaki fark paylaşılanları etkili kullanmayla kendini göstermeli. Aksi halde rekabet birilerini yükseltirken diğerlerini aşağılara iter. Eğitim güçlülerin yönetimine geçer, ulusal eğitim yerinde saymakla kalmaz, geriler…

Şunu yapabiliyor muyuz? Yazılı sınavlarda öğrencileri öğretmensiz veya gözetmensiz bırakabiliyor muyuz? Bırakamayız, çünkü önce onlara güvenmiyoruz, sonra da ortamı boş buldukları anda olanca güçleriyle kopya çekeceklerini biliyoruz, birbirlerine yardım edeceklerinden eminiz. Aslında biraz sabır gösterebilsek güven konusunu hiç tartışmayız, kopyanın buhar olup gideceğinden hiç kuşkum yok…

Bunun için önce kendimizi değiştirmeliyiz, öğrencilere güvenmeliyiz. Güvenmekle kalmamalıyız, bunu öğrencilere iyice hissettirmeliyiz, hissettirmek de yetmez, onlara yaşatmalıyız. Eğer bunu yaparsak, bir gün böyle olmadıklarına tanık olursak, işte o zaman eğitimde bir şey başarmışız demektir, işte o günden sonra geleceğe umutla bakacağız demektir.

Sonuç:

İlkokuldan ortaokula geçiş nasıl oluyorsa, ortaokuldan liseye geçiş de aynı olmalıdır. Merkezi sınav eğitimin gündeminden düşmeli.

Okul yöneticileri, öğretmenler, öğrenciler ve veliler merkezi sınav esaretinden kurtulmalı, herkes sorumluluk alanında gerekeni yapmalı.

Okulların başarı merdiveninin hangi basamağında yer alacaklarını kendilerinin belirlemesine fırsat verilmeli, sınav puanına dayalı okul yaklaşımından vazgeçilmeli.

Bir okulun başarı seviyesinin ne kadar yükseldiğini anlamak için çeşitli yöntemler vardır, ancak bu yöntemlerin en belirgin olanı kayıt dönemlerinde toplum tarafından okula verilen değerdir, okul önlerinde yığılan kalabalıktır…

Bir okula kontenjanından fazla kayıt talebi olması durumunda yerel seçme sınavı yapılabilmeli, okul yönetimi öğrencilerinin seviyesine göre öğrenci talep edebilmeli.

Suni oluşturulmuş okullar veli ve öğrencilerin hafızalarından silinmeli, gündemlerinden düşmeli.

Öğretmen seçiminde okul yönetimlerine seçim hakkı tanınmalı, yetersiz bulunan öğretmenler için belli koşullarla yer değiştirme isteğinde bulunabilmeli.

Özel öğretim kurumları arasında rekabete kesinlikle izin verilmemeli, kurumları tekelleşmeye zorlar. Rekabet gücü zayıf okullar akademik başarılarına rağmen uzun süre ayakta kalamazlar.

Kısacası her okul hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin kalıcı olmak istedikleri bir okul olma yarışı içinde olmalı ve bu durumu sürekli kılmalı.

Sefer YÜRÜK

Eğitimci, Eğitim Yönetimi

Özel Üsküdar Sınav Lisesi Müdürü