Prof. Dr. Selçuk Özdemir

Başlıktaki önerime birçok kişinin dudak bükeceğine eminim. “Herşeyi tam yaptık da, bir tek senin teknolojin kaldı” diyenler olacaktır. “Zaten bütün sorunların nedeni o bilgisayar değil mi o bilgisayar” diye hafiften söylenenleri daha bu satırları yazarken duyar gibiyim. Kulaklarımı çınlatmaya başlamadan önce yazıyı bir okuyun, gerekçelerime belki siz de hak verirsiniz.

Bırakın PISA’yı TIMSS’i, TEOG gibi LYS gibi kendi ulusal sınavlarımız da bile matematik, fen, İngilizce, Türkçe ortalamalarımız yerlerde sürünüyor. Son 25 yılım, ulusal sınavlarda ilk %1-%5 arasında derece elde eden insanların arasında geçti. Ne yazık ki, bırakın düşük ortalamaya sahip olanları, sistem tarafından “deha” olarak adlandırılan bu kesimde bile gözle görülür çok ciddi bir sorun var: “Sadece önümüze konulan işi yapıyoruz, onun ötesine geçemiyoruz!”

İlkokul 1. sınıfdan belki 4 yıllık üniversite eğitimine hatta belki de yüksek lisans seviyesine, eğitimin hiçbir katmanında Bloom Taksonomisi’nin “alt seviye düşünme becerileri” olarak da adlandırılan ilk üç basamağını aşamıyoruz. Kısacası, en fazla başkaları tarafından üretilmiş bilgiyi bir şekilde tekrarlayabiliyoruz ama başkaları tarafından üretilmiş bilgiyi de kullanarak yeni bilgi üretemiyoruz veya bu bilgiyi problemlere çözüm oluşturacak şekilde pratiğe uygulayamıyoruz. Piyano eğitimi verilen müzik dersinde, piyanonun tarihçesini bilen, tuş özelliklerini bilen, yapıldığı malzemeyi bilen bu sayede 100 alan ama bir tek minik parçayı dahi çalamayan bir kişiyi piyano biliyor sayabilir miyiz? Hepimizin, matematik, fizik, kimya, biyoloji, İngilizce, Türkçe, felsefe vb. disiplinler hakkında fikri ve farkındalığı var ama ne yazık ki bu farkındalık hayata yansımıyor. Bu disiplinler hakkında, uygulamaya yansımalarını sağlayacak “üst seviye düşünme becerileri” olarak da adlandırabileceğimiz bilgi ve beceriye sahip olmadan hayata atılıyoruz.

Peki, haftalık 5-6 saatlik matematik dersleri, toplamda daha fazla fen dersleri, bol bol İngilizce’ye ayrılan zaman, emek ve enerji neden bir sonuca ulaşamıyor? Eğitim sistemimizin tasarımı, tamamıyla “hazır malûmatın” aktarılması üzerine kurgulanmış durumda. Malûmat kelimesini bilinçli kullanıyorum, çünkü bir kişinin birşeyi bildiğini söyleyebilmemiz için o kişiden o şeyi pratik olarak kullanabiliyor olmasını bekleriz. O, felsefi bir şey bile olabilir! Malûmat (explicit knowledge) herkese açık olandır, kayıt altındadır, sonsuzdur! Bilgi (tacit knowledge) ise sonludur, bireye aittir/bireye özeldir, kişinin belki de sadece beyninde değil, kaslarındadır… Eğitim sistemimiz, öğrencinin, kayıt altında olan ve herkese açık olan malûmatı “tekrarlama becerisi” ötesinde hiçbir şeyi ölçmüyor, ne yazık ki. Şu anda kullandığımız uçağından arabasına, telefonundan bilgisayarına tüm teknolojik ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayan bilgi kitaplarda bulabileceğimiz malûmat değil, o malûmatın uygulanarak kişinin özeli haline gelmiş olan türüdür. 

Neden Teknoloji Hazırlık Sınıfı?

Davranışçı yaklaşımdan, bilişsel yaklaşıma ve yapılandırmacı yaklaşıma eğitim bilimleri alanının ana felsefelerinin ortak bir söylemi vardır: uygulama! Hepsi öğrencinin bilgi kazanımı sürecini farklı olarak tarif etse de hemfikir oldukları en önemli nokta öğrencinin sürekli uygulama içinde olmasıdır. Peki, bizim eğitim sistemimiz uygulama denilince ne anlıyor? Bugünlerde çok yakın çevremde bir kolejde okuyan bir öğrenciye matematik ve fizik öğretmenlerinin verdiği performans ödevlerini söylemem yeterli olacaktır. İki öğretmen de öğrenciye soru bankası kitaplarından 100’er soru çözerek gelmesini istemişler. Soru bankasındaki çoktan seçmeli soruları çözerek bir öğrencinin matematiği veya fiziği sevme ihtimali olabilir mi? Öğrenci, o bilgiyi içselleştirme heyecanı duyar mı? Performans, bir şeyi sergilemektir. Üretim gerektiren performans ödevlerinin önemli bir kısmının da öğrenci değil veliler tarafından yapıldığı, hepimizin malûmu.

Doç. Dr. Selçuk Şirin’in TEDx konuşmasını dinlemediyseniz, Youtube’da 15 dakikanızı ayırmanızı öneririm. Hocamız kısaca “çocuklarımıza hayal kurma fırsatı vermeliyiz”, “hayal kurmayan insan yenilik ortaya koyamaz” diyor. Teknoloji ve bilim tarihini bilen herkes bu cümlenin altına imzasını atar. Biliyoruz ki hayaller yenilikleri, her yenilik yeni hayalleri, her yeni hayal yenilikleri….. şeklinde bir yaşam döngüsü vardır aslında inovasyonun. Ben de bu noktada Selçuk Şirin Hocamızın sözüne bir ek yapmak istiyorum: Hayal kuran insanın elinde o hayallerini somutlaştırabileceği ve uygulayabileceği bilgi ve becerilerin olması gerekir. Bir insan hayallerini hayata geçirebileceği becerilere sahip olmadan, bir zaman sonra “hayal kırıklıkları” içinde mutsuz olmaya başlar ve muhtemelen hayal kurmayı bırakır. Bu noktada, teknoloji felsefesi alanında ifade edilen “insan düşünen (homo sapiens) değil, düşündüğünü üreten (homo faber) varlıktır, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği düşündüğünü üretebilmesidir” cümlesinin altını çizmek istiyorum.

Özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler açısından aciliyet gerektiren bir sorun var. Ağırlıklı olarak emek yoğun işlerle geçinen, bilgi üretmeyen, ürün geliştirmeyen, sadece başkalarının geliştirdiği ürünleri (production), yeniden üreten ve çoğaltan (reproduction) toplumların klasik emeğine (kas gücüne) olan ihtiyaç her geçen gün azalmaktadır. Üretim maliyeti içinde tasarımın ve know-how’ın payı gittikçe artarken, o ürünün fiziki olarak üretilmesinin payı hızla düşmektedir. Yani bir ürünü ilk tasarlayabilmenin/geliştirebilmenin önemi eskiye göre çok daha yüksek.

Bizim neslimiz başkalarının ürünlerini (product) tekrar üreterek (reproduction) yani kısacası “ara eleman” olarak hayatını kazandı, ama çocuklarımızın muhtemelen böyle bir şansı olmayacak. Çocuklarımızın, matematiği, fiziği, kimyayı, biyolojiyi, tüm sosyal bilimleri, bilişim dahil tüm teknolojileri araçsallaştırarak bir ürünü ilk defa geliştirebilecek bir altyapı ile hayata atılma zorunluluğu var.

Üretim Altyapısı İçin Teknoloji Hazırlık Sınıfı!

Teknoloji, bize ve bizden önceki nesillere kendini doğru anlatamadı. Bizler teknolojiyi sadece lazım olduğunda kullanılan araç-gereç olarak tanıdık. Pardon, bir de son yıllarda, akıllı tahta, tablet ve akıllı telefon olarak tanıdık. Teknoloji (özellikle bilişim teknolojileri), bizim için “eller tarafından yapılan, lazım olunca satın alınan, kızdığımızda kolaylıkla suçlanan” bir şeydir. Halbuki, “techne” kökeninden gelen anlamıyla teknoloji “insanoğlunun yaptığı herşeydir”. Rahmetli Prof. Dr. Nermi Uygur Hocamızın ifadesiyle teknoloji, sahip olmadığımız organların yerine geçmek üzere geliştirdiğimiz yapay organlardır. Tarih boyunca, daha iyi ve üst seviye teknoloji geliştirme bilgi/becerisine sahip toplumlar daha zengin ve saygın bir hayat sürmüşlerdir. İzin verelim, teknoloji çocuklarımıza kendisinin var olanın tekrar üretimi değil, bilimle bir araya gelerek yepyeni tasarımı ve üretimı olduğunu anlatsın.

İlköğretimin 5. yılının teknoloji hazırlık sınıfı yapılması bunun için büyük önem taşıyor. Kodlama gibi, üç boyutlu tasarım gibi, 2 boyutlu tasarım gibi, akıllı cihaz/devre tasarımı-kodlaması gibi ve veri tasarım gibi bilişim alanları öncelikli olmak üzere çocuklarımızın hayallerini hayata geçirmelerine yardımcı olacak teknolojik becerilerini erken yaşlarda geliştirmek zorundayız. Teknik becerilerini, matematik ve fen alanları başta olmak üzere diğer disiplinlerle birleştirerek hayallerini hayata geçiren nesiller, 10 yaşında kurduğu Mars’a gitmek, elektrikli-sürücüsüz araba yapmak, uzaya kolaylıkla ve ucuza seyahat etmek gibi hayallerinin peşinden tüm dünyayı sürükleyen (bkz. Elon Musk) gençlerin bu ülkeden de çıkmasına yardımcı olacaktır. 

Doç.Dr. Selçuk ÖZDEMİR

Bilişim Garaj Akademisi Kurucusu

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

twitter.com / @drselcukozdemir

 

Bu yazı "BİLİŞİM GARAJ AKADEMİSİ"  tarafından desteklenmektedir.